Sunday, March 6, 2016

Mart işte

Anlamıyorum, kedilerin sevişmek için can attığı Mart ayında neden ben sürekli sevgililerimden ayrılıyorum?

Ne yapacağını bilmiyormuş. Bunun dışındaki her cümlesi işte bu yapacağı şeyi bildiğini işaret ediyordu. Kafası karışık, bu karışıklı her yere yansıyor, İstanbul'un hava durumundan ABD başkanlık seçimlerine kadar kelebek etkisi.

Güneşe alerjim var dediğinde geceyi bekleyip şehirleri öyle gezmiştik. Akşam soğuk olur dediğinde de güneşte. Sende sorun olduğunda bende çözüm çoktu ama sanırım bu sefer çıkış yolu yok. Akıntının ters yönüne son güçle kürek salladığında aslında bir metre bile ileri gitmediğin anda hayal kırıklığı yaşarsın ve o anda akıntıya teslim olursun. Bir anlık inançsızlığın bile sana bedeli çok daha ağır olmuştur.

Teslim oldum, belki denize dökülür sakince, belki bir çağlayan vardır, düşeriz beraber.

Ne de olsa Mart, She's gone dediğimiz aydı.


Tuesday, February 16, 2016

Merhaba, ben geldim

Uzun kışların ardındaki bahar gibiydi sesi.

Zaman ve mekana bağlı aşklardan yorulmuştum. Tüm ömrümü kapsayacak, bulunduğum her kara ve deniz parçasında olacak bir sevgiydi istediğim. Reşit sayıldığım yaştan itibaren sevmeyi ve sevişmeyi hakettiğime göre biraz geç de sayılmış olabilirdim, farkı kapatmalıydım. Şimdi şehrin sokaklarından daha ötelerde, bu şehre ait ama buralı olmayan bir sevgiydi aradığım.

Mekan bağımsız demiştim, Kadıköy'ün yalnızlıkları affetmeyen sokaklarında bağlanmak ve hatta ve hatta sarılmak zorunda kaldığım ya da Karaköy'de ne olduğunu hatırlamayan sokaklarda kokladığım sevgililerden olmamalıydı, herhangi bir köyle ilgisi de olmamalıydı belki. Dünya'ya açılan pencerelerin her birinden onu görmeliydim.

Kapım çalmalıydı bu sabah, ama ben uyuyor olmalıydım çünkü aynı anda kaç sabah uyanabilirsin? On sekiz yaşımdan beri kaç sabah geçtiyse hepsinde birden uyanmalıydım bu sabah ve onu bulmalıydım, karşımda, tüm renklerin karışımı saç ve göz rengiyle. Ve hepsi gibi gülmeliydi yüzü bana bakarken.

Önce "Merhaba" demeliydi, "Günaydın" dememeliydi, "Günaydın" demek onun da yeni uyandığını gösterir, bu bir zayıflıktı! erkenden uyanmalı bu tören için hazırlanmalıydı. Kaldı ki, öyle olsa ve benim yeni uyandığım için bana günaydın diyor olsa tamamen bir yapmacıklık, beni hor görme olacaktı. Merhaba yeterliydi, dengeli ve ılımandı.

Tüm teraziler doğruyu göstermeliydi, aksi halde ne anlamı vardı yıllarca beklememin? Niçin bekledim? Boşuna mı! Tüm bunları bir kenara atmasını elbet gayet iyi bilirim, delirmek dünyanın en kolay işi. Ayılmayı henüz tercih etmedim. Ama ne o köprüyü geçerim, ne de bu çılgın akan nehre atlarım.

Sabah oldu, gelmiş işte, "merhaba" dedi, sanki her sabah gelmiş gibiydi. Ben bu sabah köprü trafiğine gircekmiydim hatırlamıyorum, şimdi bana kahvaltı da hazırlamayacak. Kahve de istemiyor (demek ki yeni uyanmamış), Yapmacık değil gülümsemesi. Uyanmasaydım da kapıda beklermiş gibi.

-Saat kaç, neden geldin?
-Tarihi biliyor musun ki saati sordun?

Tarihin önemi yoktu. baştan beri ben rituellere ve saatlere takılmıştım. Mükemmel olmalıydı, ya Günaydın deseydi,.. Saatin bile anlamı kalmayacaktı.

17.02.2016
İstanbul