Karakteri olduğunu düşündüğüm birkaç şehirden biri oldun. Hem
koca şehir olup hem karakterli olmak zor. İstanbul’un karakteri var diyemem,
karakterleri var. Bursa’nın hiçbirşeyi yok, İzmir saçma sapan bir yer.
İnsanların bozkırın ortasına bozkır renginden daha kötü
renklerle binalar yapması, benzer değerlere sahip bir şekidle çalışması şehrin
karakterini kemikleştiren en önemli etkenlerden (doğaldır, yarısı memur ve neredeyse
tamamı memur zihniyetine sahip bir kitle). İstanbul’un “kaosuna” karşı pes
etmişliğin karşısında sığınılacak bir liman bu denizi dahi olmayan şehir.
Ankara’yı sevmek ve Ankaradan sıkılmak için bana beş sene
yetti. Herşeyin vurdumduymaz bir ritüelde, mevsimleri dahi kıskandıracak
şekilde tekerrür ettiği, yıllarca hiçbir şeyin, hiçbir yerin, köşedeki
simitçinin akşam vakti “3 simit 1 lira” yazısının dahi değişmediği bir şehir
oldu hep. O, hayaldeki sevgiliyle karşılaşmadan önce görülmesi gereken, insana
çok şey öğreten “aslında çok da iyi olan” fakat mükemmel olamayan bir eski
sevgili idi.
Bütün betonarme yapılarında çok belli olan o eskilikten, o
yaşlılıktandır belki, Ankarada yaşamak bile bile bende bir nostalji idi (referans:
Tarkovsky-Nostalgia). Bu şehir son ziyaretimde beni kuru sonbahar güneşi
parlaklığında bile yüzü asık binalar, otobüs sırasına girmiş memur sabrında
bekleyen “vatandaş”lar, aradan heran bir Behzat Ç. karakteri çıkabilirmiş
havası veren ve hiçbirinin ortalama renk tonu griden açık olmayan sokaklarla
karşıladı.
Yeni yapılan binaların sürekli cam ve alüminyumdan yapılıyor olması
dahi bu şehrin yüzünü değiştiremedi. Havaalanında cam blokların arkasından
bozkıra bakınca hangi mevsim olursa olsun hep üşümekteyim.
Ankara’nın bu karakteri, bu “Türkiye şartlarına göre”
düzenliliği Ankaralı sevgilide bile görülürdü.
Oysa hayat önce yemek ve üremek üzerine kuruldu, daha sonra
başka başka keyiflerle ve dertlerle zenginleşti, berbatlaştı ve karmaşıklaştı.
Ama sürekli otobüs dolmuş sırası beklemek, yıllarca aynı bara gitmek, aynı
şirkette çalışmak, yatak örtüsünü aynı şekilde düzeltmek, hellim peynirini aynı
miktarda kızartmak.. bu saçma detayları ilk olarak Ankaralılar düşünmüş olmalı.
Bir zamanlar viskisi de vardı, bize güzel gelen kızları da
vardı. Ama defterin eski sayfaları değil artık, tamamen eski bir defter oldu.
No comments:
Post a Comment