Kuzuya mektup
Şimdi Sen oradasın
ama aklın bende, biliyorum.
Aslında çok da olmadı ayrılalı, esmer tenine
dokunmayalı,
Sabah ben heyecanla bavulumu toplarken uykulu
Ve çapaklı gözlerinle
bana bakalı çok olmadı.
Akşamki ikinci sınıf biraların verdiği
Acı olmayan bir
sarhoşluk kokusu nefesinde
Bana gençliğinin tüm günahlarını anlatıyor
Ve sana
daha fazla sarılmamı sağlıyordu.
İşte o sabah ben senden binlerce kilometre uzağa geldim.
Sonu olmayan seyaatlerimin, sonu olmayan yazılarından birindesin.
Şimdi bir tren taşıdığı yüzlerce sarhoşun arasında beni ne
kadar umursuyor bilmiyorum. Yağmur eksik
değil burada, senin bıraktığın gibi. İstanbul ne sıcaktı, değil mi?
Ah kara kuzum, şimdi
yirmi milyonun içindesin yine. Oysa seni ne zor buldum. O İstanbul
değil mi tüm sokaklarını dolaştığımı düşündüm. İsimleri değişti işte bu
sokakların ben seni ararken yıllarca. Sen yer değiştirdin belki, evet, bu yüzden
olmalı seni bulamamam. Başka yerlerde başka müzikler dinledik belki,
başkalarıyla.
Sonu yok, dedim ya,
kara kuzum. Şimdi uzaktaki ülkede, yağmurlu ve sensiz, her şey kurallara uygun
ilerliyor ama sen yoksun. Hatıralar ne kadar yetecek? Neden benimle
gelmedin, neden kök salmıştın o kadar! Bir şekilde bizi buluşturan ve
adına bazen kader, bazen de daha kolaya kaçmak için tanrı dedikleri şey bize bu
şansı daha ne kadar verecek ki?
Kara kuzum, yol uzun, manş denizi soğuk,
güneşleri, kalabalıkları, kebapları ve ikiyüzlü insanların tüm hoşgörülülüklerini
orada bırak ve bana gel. Seni bekliyorum, trenden indiğimde.
29.08.2014 / Londra