Thursday, September 18, 2014

Kış gibi

Sadece bilmelisin ki
Her kış gibi
Bu kış da
Seninle uyanacağım.

Seninle bakacağım buzdolabına
Reçelden başka ne var diye
"Kahve mi, çay mı?" Sorusunu
Seninle soruşacağız.

Bu kış da
Sen sıcak, ben sıcayacak,
Beraber uyuyacağız,
Güneş batacak ve hiç doğmayacak
Geceler uzayacak, uzayacak
Bir yıl bitecek, şarap bitmeyecek.

Thursday, September 4, 2014

Bu ülke

Bir şekilde bu ülke onu hatırlatıyor. Burayı merak edip durmasındandır belki. Ama bence gelmesin. Her "pub"ın önünden geçtiğinde ve her değişik bir bira gördüğünde aklına geleceğim. Belçikada'ki gibi. Şimdi benim aklıma geliyor ya, alıştım. Nasıl ki yapraklar kopmuyor öyle her rüzgarda, nasılki yine de güneşe bakıyorlar ne olursa olsun, ben de alıştım.

Bazı kuralları değiştiremedim. Denemem bile hataydı. Güneşin batmasını engelleyemedim. Sonra? Sonra birgün oldu ve ertesi gün yoktu. George Orwell in 1984'ündeymişçesine geçmiş yok oldu. Bir gece, yok hayır, sabaha karşı oldu herşey. Polisler şahit oldu, o memnundu.

Rüzgar yoktu, hava sıcaktı, boş bir kola şişesi ayaklarımın önündeydi yere bakarken.

Eski, hafızamda kaldı. Ben kolay olay bırakmıyorum bazı şeyleri. Zevklerimi, tutkularımı. İsimler nesneler değişse de koşuyorum peşlerinden. Şimdi bir çerçeve de güzel ağaçlar ve kuşlar varken bu fotoğrafımda, seni aradı gözlerim, tıpkı Gülhane gibi. Beyaz bir güvercin kondu ve dedi, "burada o kadar güneş yok, o da olmayacak".

Sonra en yakın metro trenine bindim, şehrin öteki ucuna gittim, yağmurun yağmasını bekledim, kuşların göçtükleri ülkelerden geri gelmesini ve bütün bunların sona ermesini. Dünyanın dönmesi dursa ve ben karanlıkta kalsam bile bitmeli..


Wednesday, September 3, 2014

Kuzuya mektup

Kuzuya mektup

Şimdi Sen oradasın ama aklın bende, biliyorum.
Aslında çok da olmadı ayrılalı, esmer tenine dokunmayalı,
Sabah ben heyecanla bavulumu toplarken uykulu
Ve çapaklı gözlerinle bana bakalı çok olmadı. 
Akşamki ikinci sınıf biraların verdiği
Acı olmayan bir sarhoşluk kokusu nefesinde
Bana gençliğinin tüm günahlarını anlatıyor
Ve sana daha fazla sarılmamı sağlıyordu.

İşte o sabah ben senden binlerce kilometre uzağa geldim. Sonu olmayan seyaatlerimin, sonu olmayan yazılarından birindesin.

Şimdi bir tren taşıdığı yüzlerce sarhoşun arasında beni ne kadar umursuyor bilmiyorum.  Yağmur eksik değil burada, senin bıraktığın gibi. İstanbul ne sıcaktı, değil mi?

Ah kara kuzum, şimdi  yirmi milyonun içindesin yine. Oysa seni ne zor buldum. O İstanbul değil mi tüm sokaklarını dolaştığımı düşündüm. İsimleri değişti işte bu sokakların ben seni ararken yıllarca. Sen yer değiştirdin belki, evet, bu yüzden olmalı seni bulamamam. Başka yerlerde başka müzikler dinledik belki, başkalarıyla.

Sonu  yok, dedim ya, kara kuzum. Şimdi uzaktaki ülkede, yağmurlu ve sensiz, her şey kurallara uygun ilerliyor ama sen yoksun. Hatıralar ne kadar yetecek? Neden benimle gelmedin, neden kök salmıştın o kadar! Bir şekilde bizi buluşturan ve adına bazen kader, bazen de daha kolaya kaçmak için tanrı dedikleri şey bize bu şansı daha ne kadar verecek ki? 

Kara kuzum, yol uzun, manş denizi soğuk, güneşleri, kalabalıkları, kebapları ve ikiyüzlü insanların tüm hoşgörülülüklerini orada bırak ve bana gel. Seni bekliyorum, trenden indiğimde.

29.08.2014 / Londra