Wednesday, September 3, 2014

Kuzuya mektup

Kuzuya mektup

Şimdi Sen oradasın ama aklın bende, biliyorum.
Aslında çok da olmadı ayrılalı, esmer tenine dokunmayalı,
Sabah ben heyecanla bavulumu toplarken uykulu
Ve çapaklı gözlerinle bana bakalı çok olmadı. 
Akşamki ikinci sınıf biraların verdiği
Acı olmayan bir sarhoşluk kokusu nefesinde
Bana gençliğinin tüm günahlarını anlatıyor
Ve sana daha fazla sarılmamı sağlıyordu.

İşte o sabah ben senden binlerce kilometre uzağa geldim. Sonu olmayan seyaatlerimin, sonu olmayan yazılarından birindesin.

Şimdi bir tren taşıdığı yüzlerce sarhoşun arasında beni ne kadar umursuyor bilmiyorum.  Yağmur eksik değil burada, senin bıraktığın gibi. İstanbul ne sıcaktı, değil mi?

Ah kara kuzum, şimdi  yirmi milyonun içindesin yine. Oysa seni ne zor buldum. O İstanbul değil mi tüm sokaklarını dolaştığımı düşündüm. İsimleri değişti işte bu sokakların ben seni ararken yıllarca. Sen yer değiştirdin belki, evet, bu yüzden olmalı seni bulamamam. Başka yerlerde başka müzikler dinledik belki, başkalarıyla.

Sonu  yok, dedim ya, kara kuzum. Şimdi uzaktaki ülkede, yağmurlu ve sensiz, her şey kurallara uygun ilerliyor ama sen yoksun. Hatıralar ne kadar yetecek? Neden benimle gelmedin, neden kök salmıştın o kadar! Bir şekilde bizi buluşturan ve adına bazen kader, bazen de daha kolaya kaçmak için tanrı dedikleri şey bize bu şansı daha ne kadar verecek ki? 

Kara kuzum, yol uzun, manş denizi soğuk, güneşleri, kalabalıkları, kebapları ve ikiyüzlü insanların tüm hoşgörülülüklerini orada bırak ve bana gel. Seni bekliyorum, trenden indiğimde.

29.08.2014 / Londra

No comments:

Post a Comment