Wednesday, September 2, 2015

Bütün bu olanların bana hatırlattıkları

 Üstadın evindeyim. Müzeye yakışır şekilde yenilenmiş, camlar takılmış, “yatağına dokunamazsın!” Burgazada’ya niye gidesin başka? Yazdıkları, defterleri nerde? Korunuyor.

Yine başka bir üstat, Petersburg’un ortasında, uyandıktan birkaç dakika sonra, daha kahvaltı dahi yapmadan, onun heykelinin önünden, sonra bir sebze pazarından geçip dördüncü kata çıkıyorum, tüm bina müze olmuş. Raskolnikov’da bu sokaklarda dolaşmış, resimler fotoğraflar var, öyle diyorlar.

Sonra kendimi Maltepe’de buluyorum, bir şeride üç otomobilin sığdığı, bir minibüse 30 kişinin bindiği, ama benim 130 metrekarede canım sıkılırcasına yalnız bir şekilde nefes alışımın, bitmeyen özlem, beklenen kavuşmalarınnın yaşandığı ve yaşanacağı evde buluyorum. Büyük bir bonkörlükle çocuğum olmadığı için beslemekten utanmadığım bir limon ağacını, adı nedense “Niyazi”yi suluyorum. Su faturasını dert etmiyorum. Ahh Niyazi, bugün Erikli su mu istersin yoksa Pınar mı? “Üç kez distile Bozdağ su ver de kafamızı bulalım” diyecek hali yok. Uyum sağlamış yoklukla bolluğa, aynı anda, çok da umurunda değil.

İnsan sevmek önemliydi. İşte burada bir yerde kayboldum ben. Ah üstadım, insanı sevmeye çok çabaladım, ama olmadı. İkiyüzlülük tüm ilkelerimi ezdi. Ben böyle yetiştirilmedim. Pardon yanlış kelime, yetiştirilmedim. Nedense tüm değerlerimi, prensiplerimi kendi kendime var etmiştim. Yıllar önce bir okulda bir öğretmen “hayatta değerleriniz olsun” demişti. Kim, ne zaman dedi bilmiyorum. Benim değerlerimi ben kendim mantığımla oluşturdum. Bu mantık, “herkes aynı değerlere sahip olursa, mutlu oluruz” temelinde bir mantıktı.

Sevdim ama işte. Ama bencilce sevmek neydi? Sana ait olmalıydı. Hatta ileri gittin, sahip olma kavramını bedenine kadar indirgedin. Oradan birisi çıktı, yorgun, bıyıkları beyazlamış, ölmeyecek ama (en azından öyle düşünüyoruz, sonuçta adam gelmiş, kalbini kırmayalım) “o sevgi bu sevgi değil” diyordu. Sevgileri ayırt eder mi olduk? Bugün arkadaşım, yarın sevgilim olmuştu, sonra tekrar sevgiliydi. Aşk başşka ve bana nadiren uğrardı ve yazılarda kendine aynı nadirlikte yer bulurdu (itiraf: çoğu aşktı) “tamam sustum”.

Bütün minibüsler otuz kişi taşıyacak ve her zaman minibüse bineceksin diye bir şey yok. Bazen onun İstanbul’un zirvesinde (100 metre falan) olan evine gitmek için çabaladım. Ama hep gökdelenlerle dolu ya bu mahalleler, rakım anlayışım kayboluyor, işte bir şekilde gittim. O farklı mevsimin yaşandığı binada sevgi dolu bir merhaba ne kadar farklıydı her şeyden.

Uyan, sevgilim, ben geldim. Sana tüm insanlardan ayırdığım sevgiyi sunacağım. Tamam, kabul ediyorum bir kısmını Niyazi’ye harcadım ama bunun lafı mı olur? Çünkü milyonlarca insan iki yüzlü ve sen değilsin. İşte hepsi sana kaldı sevgimin. Uyansana? Neden zile iki kez basmam gerekli? (Uykusu ağırdır, ama yokuş aşağı gitmek istemiyorum buradan). Burgazada’daki tüm balıkçılar bu gece sefere çıktı, Aleksandra’m  da adada yok, bende ilk vapurla Bostancı’ya geldim, oradan bir Magirus ile çıktım yokuşu. Hadi, aç şu kapıyı, sana şiirler yazdım. Yok yok, sevişme vakti değil şimdi, daha sabah, “sadece uyuyacağız”..



No comments:

Post a Comment