Friday, June 12, 2020

Emek

Bağların doldurduğu vadide tek bir ağaç,
Ne aklında var meyve vermek
Ne gölge yapmak
Ama tohum bırakmak ister
Suyunu sevmez toprağın
Üzümler uzakta.

En ufak bir esintide gürler yaprakları
Fırtına uğramaktan vazgeçer
Asmalar yağmur bekler, toprak vermez darı
Ağaç mutlu, ağaç yalnız
Ağaç asmadan, asma ağaçtan
İnsanlık emekten medet umar.

Karaorman

Tüm gündüzler yetmedi,
Ne en açık renkli şaraplar,
Ne sarı renkli kadınlar,
Ne gözler yakan güneşler
Hiçbir şey yetmedi.

Bitmek bilmez göllerin,
Göllerin arasındaki patikaların
Ve patikalardaki kirazların,
Hiç durmayacak ırmakların,
Yetmedi aydınlatmaya rengini.

Ve işte şimdi, yıldızlar suskunken,
Güneşin en uzakta olduğu anda,
Seni aşıp gelen bir doğu rüzgarı
Tüm serinliğiyle samimi,
Bir tutam ışık getirdi 
Ve yetti her şeye,
Yetti gözlere, yetti kulaklara,
Yetti akla. 

Wednesday, June 13, 2018

Geç gece anlıkları

Karanlık, yeniden.

Yaz demek çoğu şehir sakinleri için aydınlık demekse benim için karanlıktır, gecedir. 

Sokak ışıkları yansa da bildiğim sabahın uzak geleceğidir. Yaz uykusu keyifsizdir. Susuz uyanmak ve su içtikten sonra tekrar uykuya dalmak zordur. Hele dalga sesini duyacak kadar yakınken denize, uyumak zordur.

Telefonun çalmak istemeyişiyle uyanışlarım iyice zorlanacak. Rüyanın gerçeklikle ayrıt edilmesinin en zor olduğu anlarda, kendimi avutacağım kendimi seninle olduğuma. Yüzünde ufak bir tebessümle uyumaya devam ederken O, gecenin bitmeyişlerini farkedeceğim ter kokan tişörtüm ıslakken. İşte bitmemiş olacak. Amfinin sesini biraz daha açmaktan korkacağım, burası benim evim değil, burası benim gecem değil, bu benim beklentim değil.

Saçlarını hatırlamaya çalışacağım, dokunacağım, kısa gelecek. “Karanlıktandır” diyeceğim, “yastıktandır” diyeceğim. Gülümsemeye devam edecek. Sesi açamayacağım, mırıldanmakla yetineceğim. Uyanmayacak, sabah olmayacak.

Son kalan kahveyi demlemeyi ihmal etmeyeceğim. Şehir merkezinin yokuşlarını çıkmayı esirgemeyeceğim. Dünyayı tersine çevirmeyeceğim ve onu öyle kabul edip sevmemeyi deneyeceğim.

O sessizce uyurken, gece bitmeyecek ben ayaktayken. Tüm zamanların en güzel uykusu olacak işte ben tüm zamanları durdurduğum için. Ayakkabılarım giyilmeyi beklerken gün ışığı korkusuyla ona bir daha bakacağım. Koklayacağım. Kokusu olmasa belki sabah olurdu?

Oldu. Sabah olduğunda yalnız bir kumrunun gagasıyla vurduğu camda belirdim. 


Saturday, January 13, 2018

Saat, su, uyku ve tuz.


Saat kaç oldu, uyumam gerekiyor artık. Diş fırçalamaktan sıkıldım diye uykuyu erteleyemem.

"Bırak elindekini, içme artık. Sabah başın ağrayacak. Hem ne ara doldurdun bardağı tekrar, yeterli bence." dedi. Bir ses. Kombiyi fatura fazla gelecek diye kapatan sesle aynı kişi olabilir. kokusu olsa bari, sadece ses yetmiyor bir evde.

Başım ağrıyacakmış;
O zaman ben su içeyim.
Çay koymuştum boşuna, bari altını geri kapatayım.
Çok su içersem bir kaç saat sonra kesin kalkacağım,
Çişim geldiğinde tekrar uyumak çok tatlı, kaybettiğin şeyi bulduğundaki mutluluk gibi.
Belki alarmlar kurmak lazım bir kaç kez
Yanlış alarmlar
Tıpkı diğer yanlış acelelerimiz gibi
O zaman ben yatayım,
Ama yatmadan su içeyim.

Sonra yarın İstanbul'a kar yağmasını bekleyeyim. Sadece çok kar yağdığında sokağımız da insan trafiği oluyor. Hepsi arabayla mı gidiyormuş? Çocuklar mutlu, babaları değil. Ama yağmayacak gibiymiş. Yine de belediye kesin sayıdaki iş makinesi kamyon vs. acil durumda bekletiyormuş, ana arterler tuzlanmış.

O zaman ben yatayım,
Yatmadan önce su içeyim. 

Wednesday, October 11, 2017

Yeraltı - 1

Doktor "Karaciğerinde sorun yok, en az on yıl garanti veririm" demişti dün. Ağrı midemdeymiş. Oysa birbirlerine ters duran bu iki organın ağrıları nasıl karışabilirdi? Hap verdi, geçti.

Akşamüstü eve geldiğimde, kentsel dönüşümün tozları ile örtülmüş penceremden dışarı baktım. Güneş bile kararsız bugün dışarı çıkmakta. Yoksa sadece bana mı öyle görünüyordu? Pencereyi açtığımda görüntü değişmedi. Tozları silmeye gerek yoktu. Cam silmek zaten bana göre değildi. Acaba Güneşin bu nazlanması için de bir hap var mıydı? Uzay mekiğine yükleyip göndermek lazımdı. Ama SGK kaç adete kadar izin verirdi, Bu güneşe yeter miydi?

Meksika'da çılgın bir mimar yeni projesini anlatıyordu: Yerdelen. Bu bina yukarı doğru değil, yerin dibine doğru uzanıyordu. Düşündüm, gerildim. Sonra biraz daha düşündüm, panjurları kapalı, camları tozlu penceremde en fazla karşı komşunun atletiyle sigara içişini görüyordum. Her ne kadar kentsel dönüşüm bu evlerin birkaçını yıkmış olsa da yerlerine yenileri yükseliyordu. Pekala yeraltında da yaşanılabilirdi. Ama iyi bir ışıklandırma şarttı. Şu an bile evimde siyah ile lacivert pantolonları karıştırıyordum. sabahları en büyük korkum haline gelmişti ve ışığın dibine kadar götürüyordum hata yapmamak için. Takım elbisede hata yapıldığı belli olurmuş. Zıt renklerde karışsa yine sorun değilmiş. Renk değiştiren bir hap var mı?

Acaba doktor karaciğerime on yıl garanti verirken bildiği bir şey mi vardı? Neden daha fazla değil? Başka bir doktora gitmeliydim. Bütün bu içkiler bana dertlerimi unutturmadığı gibi bir de karaciğerimi yok etmemeliydi. Karaciğerin hapı olmayabilirdi. Naklini duymuştum, mümin bir arkadaşım bana karaciğerinin bir kısmını verir miydi?

Doktorun kesin bildiği bir şey vardı. O kadar okuyup uzmanlık yapan birisinin "garanti" kelimesini kullanması nasıl kabul edilebilirdi? Tıp bu, her an her şey olabilirdi. Kesinlikle başka bir doktora gitmeliydi. Belki pahalı bir hastaneye gitmeli, biraz daha ilgiyle onlarca tetkik yaptırmalı, tetkiklerin sonucu bir kaç uzman tarafından incelenmeliydi. "Heyet" olarak bir sonuca varmalıydılar. Vaka sunumu tıp kongrelerinde konuşulmalıydı. yine on yıllık garantiyi verebilirlerdi, ama bu cümlenin önüne vurucu birşeyler eklenmeliydi, "M. beyin karaciğeri, alkolün verdiği zarardan daha hızlı bir şekilde kendini yenilemiş, bu tıp tarihinde nadir karşılaşılan bir olaydır" demeli hemen sonra karaciğerimin son derece şık röntgen ve bilumum grafisi gösterilmeliydi. Salonda bulunan Rus doktorlar, votkanın zararlarına bir çözüm bulabileceklerini düşünüp umutlanmalıydılar.

Bu doktorla bu iş olmazdı. Yaşlılık, tontonluk benim için para yapmaz, benim gerçek bir karaciğer mütehassısına ihtiyacım vardı. Hemen telefona sarıldım, tıp dünyasındaki en yakın arkadaşımı aradım. Tüp bebek uzmanı da olsa her türlü öneriyi ondan alırdım. Bana "şekerim, sana Engin hocayı öneririm" dedi. Engin Özgüven hoca karaciğerciydi, hemen randevu almak için aradım. Sekretaryası günlerinin aşırı dolu olduğunu söylediğinde kesinlikle doğru insan olduğuna karar kıldım. Biraz dil döktüm, ölme ihtimalimin yüksekliğinden, sirozumdan bahsettim. Aytun'un ismini verdim. Beni "araya" alacaklarını, Perşembe günü sabahtan gelmemi söyledi sekreter. Ölmek üzere olan insanlar aylarca beklerken araya alınmak, hem de bir ihtimal on yıl garantili karaciğerle gururumu yeterince okşamıştı.

Wednesday, May 24, 2017

En güney uç ve yaşlılara saygı kuşağı.

Güneş Atlantik'in üzerinde yavaşça yok olmaktaydı. Gelgitin ıslattığı genişçe plaj, Richard'ın açtığı şarapla aramdaki en uzun mesafeydi.

Bin küsür kilometrelik yolculuk sonrasında Tariffa'ya varmıştım. Rio Jara kıyısında ufak bir kamp alanında çadırımı kurmuş, Güneş'in son anlarının ve asla soğumayacakmış , asla durulmayacakmış gibi ılık, dalgalı ve bol köpüklü okyanusun tadına varmak için dörtyüz metre genişliğindeki bu plajı katetmiştim.

Geri döndüğümde, yaşlı Richard kendine çay yapmış, bana şarap açmıştı. Henüz yeni tanıştığım bu ihtiyar acaba ölümden mi korkuyordu ve şarap içmiyordu? Bu muhteşem manzara, bir kaç sivrisineği saymazsak herkesle geçinebilecek bu sıcak ama terletmeyen doğa ona huzur ve yaşam enerjisi verirken, ben neyi kutlamak, ya da neyi unutmak istiyordum?

Richard, Londra'da aldığı hikaye anlatıcılığı dersinin etkisi ile olsa gerek hayatının çeşitli dönemlerinden hikayeler anlattı. Bana milyonlarca yıl uzakta olan günleri dün gibi hatırlıyor ve  1966'da İstanbul'a olan uçuşundaki yemeğe kadar tüm detayları anlatıyordu. Ben geleceği düşünürken o tam tersi, geçmişte arıyordu gecenin mutluluğunu.

Seksenaltı yaşındaki ihtiyar kırlaşmış sakallarını bir çizgi yapmak istermişçesine sıkarak düzeltti. Uzunca sayılabilercek bir sessizlikten sonra, karavanına nasıl güneş enerji sistemi taktığını ve insanlardan nasıl izole olduğunu  anlattı. O Darjeeling çayını içerken şarabımı bitirmek üzereydim. yarının planını yapmam gerekiyordu: yamuk bir maşayla fazla km yapamazdım. Önümde zorlu bir yokuş vardı, frenlerimin biri kullanılamaz durumdaydı, muhtemelen İspanya'daki son bisikletli günümdü.

Uykuya dalmadan düşündüm: yanımdaki parselde muhtemelen iki aydır park halinde olan bu karavandaki adam 86 yaşında, birazcık yuvarlamayla bir asırlık tecrübe şimdi orada huzur içinde uyuyordu. Sağlıklı görünse de yaşlı olduğu gerçeği pekala belli oluyor. 1999 model bir FIAT karavanın içinde, sevdiklerinden iki bin kilometre uzaklıkta burada beynindeki düşünceler ve geçmişindeki hatıralar harmanlanmış birşekilde uykuya dalmamış, dalmış olsa bile benden çok daha zengin rüyalar görme ihtimali var. Bu düşünce silsilesinden sonra, insanların bu ve benzer sebeplerden yaşlılara saygı duyduğuna karar verdim.


Thursday, January 5, 2017

2017

Son kısmıyla ilgilendiğim yıl.

17 işte. 18 den bir önce. Başka ne önemli olabilir ki rakamsal olarak? Bu berbat mühendislik öyküleri içinde sürükleneceğim.

Dünya'nın yarısını gezdim. Tüm içkilerini içtim ama yeterince sarhoş olamadım 2016'da. İki kez Tindersticks konserine gittim, Tchaikovsky balesine uzun uğraşlar sonrasında bilet buldum. Dünya'nın iki ucunda farklı okyanuslarda nefes tutma denemesi yaptım. Sarı ve tatlı bisikletimle park halindeki araca arkadan çarptım, "no seguridad" dedim ve tişörtün kan lekeleri hala temizlenmedi.

Güvenmeyi ve güvenmemeyi tekrardan öğrendim. Romantiksen herşey ne kadar kolay, ne kadar pürüzsüzce ilerliyor, Shostakovich gibi. Ama sert bir notaya cesaretin yok. Yoksa romantik diye çağırmazlardı seni. Şimdi Marmara denizine bakıyorum... Uzun sessizlik arkamda, kömür kokan Kartal'dan uzanan sahilde. inadına balık tutmaya çalışan emekliliği gelmiş ama emekli olup olmadığına emin olamadığım amcalarla.

Endülüs'te en sıcak zamanlarda ve Fuji dağı soğuğunda geçti bir yıl. Tüm romantizmler, tüm güvencelerimi tarihin sayfalarına gömdüm. Ne de olsa yakın tarih, bizim tarihimizde pek yer kaplamıyor ve önemsiz bir yaşam biçimi olarak yok olacağım için, benim yaşamımdaki bir yılın önemi sadece bu blog yazısı kadar olacaktır.

En azından ona selam edelim diye yazdım. Çünkü burası benim doğduğum Anadolu'nun ıssız bozkırları gibi, gecenin bu saatinde, sessiz ve soğuk.

6.1.2017