Saturday, April 27, 2013

Kontrast.

Sert olsun ışık. Olabildiğince. Sert olamıyorsa da hiç olmasın. Yokluğu, var"mış" gibilere tercih ettim.

Renkli mi zannediyorsun ki hayatı? Hepsi birbirine benziyor renk dediğin şeylerin. Hepsinin varacağı yer siyah ya da beyaz. Uzak dur sevmekten kırmızıdan, uzak dur ferahlıktan yeşilden, aydınlık zannetme sarıyla.

Gazete okumuyorum, televizyonum yıllardır yok. Ama bir şekilde görüyorum, bi yerde bir fabrikanın binası yıkılmış, yüzlerce ölü. Yüzler.. Nerede renk? Dünyada ne kadar güzel birşey olabilir ki bu renksizliği unutturacak? Bulamazsın. Tüm dünya yıllarca mutlu olsa da bir adamın ölümünden kıymetlimidir?

Hepsinin varacağı siyah ya da beyaz, varlık ya da yokluk. Hepsinin geleceği yer benim en baştan beri durduğum yer. Yıllarca boşuna koştum ama çok sonraları akıllandım. Artık enerjim kalmadı kovalamak için.

Bekliyorum ışıkla karanlığın buluştuğu yerde..


Belki

Belki beni tüm içtenliğinle davet edersin, tekrar.

Belki yarın Güneş iki dakika erken doğar,
Sırf sen daha mutlu ol,
Etrafına, hatta çok uzaklarda duran sevenlerine neşe saç diye.

Belki o güneş ışıklarını camdan süzerken,
Uyanınca ilk baktığın duvarda,
Gölgemi görürsün.

Thursday, April 25, 2013

Yorulmuştum

"Bütün bunların birgün biteceğini bile bile başladın. Yine de kendini böyle bir sona hazırlamak için hiç birşey yapmadın. Şimdi gelip, şurada oturmuş, onunla içtiğin son şarabın neden eskisi gibi lezzetli gelmediğini anlamaya çalışıyorsun. 

Kalbin başka hissetse de içinde bir yerde tedirgindin. Ve artık dayanamıyorsun. Sevginin kullanılması ise azıcık kalan gururunu süpürür nitelikte. Bunları da görmezden gelemiyorsun artık.

Senin bildiğin fakat düşünmek istemediğin sondan çok daha önce gerçekleşti. Artık onu gördükçe heyecan değil, gerilim yaşayacağını biliyorsun.

O, daha önce de başaramadığı gibi, seni asla anlamayacak. Üzülecek belki ama üzüntüsü senin üzüntünden farklı, kendi bencilliğinde olacak."

Alfabesini anlamadığım şehrin gotik binalarının önünde, yolcularını alan kırık dökük belediye otobüsüne bakarken dinledim. Yorulmuştum.

Wednesday, April 24, 2013

Yokuş

Çiseleyen yapmurda ilerlerken "O"nu düşündü. "O"na son bakışını, gözlerindeki yorgunluğa rağmen ne kadar güzel görünüşünü hatırladı.

Yokuş yukarı yürümeye devam etti. İçtiği konyak biraz midesini yakmış gibiydi. Şu an leş gibi kokuyordu pek muhtemel.

Gerçekliği düşündü; "O"nun kendisinden beklediklerini ve kendisinin yaşadığı gerçekliği. Gerçekliğe sığmayan ve sık sık farkettiği üzere saçma ümitleri, fantezi derecesine varan gelecek planlarını düşündü. Niye tekrar aynı hataları yapıyordu insanoğlu. Suçu insanoğluna genelleyerek kaçamazdı yine de, bu kendi suçuydu ve şu anki sarmala girerek de bedelini ödüyordu.

Yokuş bitmiyordu. Elindeki telefona arada bakıyordu. Bir mesaj gelmiş olabilirdi, belki bu akşam buluşabilirlerdi hatta belki sabahında ona doyamadan ayrılmak zorunda kalacağı bir gecede onunla olabilirdi.

Yokuş bitmiyordu.
Beynini başka birşeyle meşgul etmeyi bilmiyordu. Sarhoşluğun getirdiği geçiçi rahatlıkla en kötü ihtimalde bile yalnız kalacağını (aslında zaten yalnızdı bunu da biliyordu) ve yalnızlığın kötü birşey olmadığını hatta "O"nun yalnızlığına göre daha olumlu ve mutlu olacağını düşündü. "O"nun yalnızlığı çok sevmesi değilmiydi zaten "O"na beslediği sevgisinden korkmasına sebep olan. Nasıl güvenebilirdi.

Farkında değildi, düzlüğe çıkmıştı. şimdi her zaman gittiği bara gidebilecek, sevdiği müziği dinleyebilecekti. Bir an rahatlamıştı.

Ama gideceği yer de ona kimi hatırlatabilirdi ki?

Tüm dünyayı değiştirmek mi daha zordu, yoksa kendisini mi?