Wednesday, March 26, 2014

Ölüler gibi

Ölüler gibi,
Yalnız yatacaksın,
ve içtiğin bir bardak şarabın,
bir ömürlük hatrını,
ona sunamayacaksın.

Sunday, March 23, 2014

Uzak..ve ben

Bir kaç ay önce yazmıştım. BEN demiştim başlığına.


Bir hafta önce de yazdım tren nakaratlarının bende bıraktığı yumuşak etkiye dair

Kendimi bildim bileli hep birşey aradım. hiç bir zaman "tamam, bu kadar yeterli" demedim. Bu belki herkes için geçerli. İş hayatında deliler gibi hırs yapan arkadaşlarım var. Ya da toplumsal normlara uymak için fazla enerji sarfedenler.

Sürekli imkansızın peşinde koştum. Kendimden kilometrelerce uzaklıktaki insanlara dünyada varolmayan iltifatları ettim. Onlara duyduğum şeyleri başka nasıl ifade edebilirdim? Ya da sabah onun evinden çıkarken yüzünde pişmanlığı okudum kadının ilgisini çekmeye çalıştım tüm gün. o huzursuzluğuna devam edecek ve bana "akşam gelme" derken gizli bir tatmine ulaşacak, bir taraftan da bunu bana "sana senin istediğin gibi cevap verememekten" dolayı iyi hissetmiyorum diyecek, tüm suçu bana atacak.

Ve erkek olmak çeşitli sorumluluklar doğuracak. Sürekli birşeyleri fethetmeye çalışacam sayesinde. Aylar yıllar geçecek. ben aynı döngüde bulacağım kendimi.

Bazen okuyor olacağım her yazısını, kendimden bir cümle bulacağım. sevineceğim, sonra yanlış anlıyor olacağım.

Bir kadına göre geniş göğüs kafesindeki sıcak kalbinde bana ayırdığı yerin hacmini hesaplayarak yoruldum, yazıyla üç sene oldu. Kahve içerken onun gözlerine bakmamdan beri.

Ne ray sesi ne de zaman dilimleri beni ona yaklaştırdı ya da uzaklaşitırdı. Belki biraz kabak tatlısı, biraz peynir. Bunlar yokaa aramızda, aylardır, ne önemi var trenlerin, telefonda geçen yumuşak tonlu konuşmalarının? Çünkü biliyordu ki birşey eksik. daha doğrusu zannediyordu mu desem? Bir şey eksikmiş sıcacık evde yanmayan kaloriferin peşinde, yağmur yağarken tarla sulamanın peşindeydi.

Tren uzunca gitti. güneşle başladı yolculuk Ankara'da, karla bitti Kars'ta. Yaşam en az onun evinin yolu kadar uzun. herşey orada değil, o yolun devamı var. Sen durma.

Devam et.

Wednesday, March 19, 2014

İki peynir, bir şarap ve bir kıvırcık saç

Mevsim normalleri üzerinde hava. Kar bekliyoruz normalde. Uzaktayız.

Şarabı yarıladık. Ray sesleri aynı ritimde gidiyor, kuzey cazındaki kontrbaslar gibi ön planda değil, ama kendini belli ediyor en ufak sohbette, en ufak hatırada, en ufak.... Üç harfli ismini söylediğim her cümlede.

Uzaklaşıyoruz.

Uzak ama ne kadar uzak? Hep kaçmak, doğuya ya da batıya farketmez, kimi zaman yirmi kilometre, kimi zaman tam sekiz bin kilometre oldu aramızda.

Aslında hep bir dünya vardı sen ve benim aramda, aynı yatakta sevişirken, aramızdaki mesafenin sıfırın altına düştüğü anlarda bile.

Ve o dünyada yaşıyormuşuz, güzel peynirlerin seni hatırlattığı dünyada değil.

Şimdi yeni yıkanmasına rağmen üzerinde hala senin kıvırcık saçını bulduğum tişörtümü giyiyorum. Sıcak içerisi, tren hafiften sallanıyor, şarap bitti, uyumalıyım.

Uyumalıyım ve sensiz olan bu dünyaya, yani yaşamak için değil de sırf seni koklamak için çılgınlar gibi burnumdan nefes aldığım dünyayı değil, belki kırk yılda bir sesini duyabileceğim bu dünyaya alışmalıyım.

Senin dünyana.


Friday, March 7, 2014

Bir zamanlar

Sen vardın, ama sadece adını bilirdim. kokunu ya da deli gibi ütülediğin yatak çarşaflarını değil.

İşte o zamanlar ben dolaşırdım İstanbulun ara sokaklarında, bir keskin renk yakalarım diye,

Keskin dediysem de öyle bakma, unutma, analog çekiyordum ben hep, işte siyah beyazda tüm kontrastıyla duracak o kareyi arıyordum.

Bu şey demek değil, nasıl desem, hani sisler perdesinde arabasında simit satmaya çalışan adamın sadece paltosu ve arabasının siluetiyle belli olması durumunda kontrast aradığım anlamına gelmesin, sakın ha.

Mesela senin mahallene gelirken de kontrast aramam, yoksa heyecanlanlanırım zaman çabuk geçer diye, herşey yumuşak olmalı.

İşte, sen vardın, bana karşı okyanus büyüklüğünde beslediğin ama farkında olmadığın duyguların yokken, ben fotoğraf çekerdim ve akşamında evde basardım onları. En büyük derdim, "ah bunları ne zaman dijital ortama aktarırım" oluyordu, eğer şarap içmiyorsam o anda..

Milyonda bir olurmuş, bu kadar ortak yönün buluşması aynı karede, ama yıkarken ve basarken dikkat etmek gerekli. Çünkü sevmek farklı bir şeymiş, tutku benim bilmediğim birşeymiş. Tutku sadece bir kişiye duyulmuş, sonra unutulmuş, o onu bekliyecekmiş, farklı isimde olabilirmiş.

Aha bak yine kaçırdım kareyi, yaşlı adamın hüzünlü bakışı boğaza, yalnızdı sanırım, derindi çünkü bakışı.