Friday, March 7, 2014

Bir zamanlar

Sen vardın, ama sadece adını bilirdim. kokunu ya da deli gibi ütülediğin yatak çarşaflarını değil.

İşte o zamanlar ben dolaşırdım İstanbulun ara sokaklarında, bir keskin renk yakalarım diye,

Keskin dediysem de öyle bakma, unutma, analog çekiyordum ben hep, işte siyah beyazda tüm kontrastıyla duracak o kareyi arıyordum.

Bu şey demek değil, nasıl desem, hani sisler perdesinde arabasında simit satmaya çalışan adamın sadece paltosu ve arabasının siluetiyle belli olması durumunda kontrast aradığım anlamına gelmesin, sakın ha.

Mesela senin mahallene gelirken de kontrast aramam, yoksa heyecanlanlanırım zaman çabuk geçer diye, herşey yumuşak olmalı.

İşte, sen vardın, bana karşı okyanus büyüklüğünde beslediğin ama farkında olmadığın duyguların yokken, ben fotoğraf çekerdim ve akşamında evde basardım onları. En büyük derdim, "ah bunları ne zaman dijital ortama aktarırım" oluyordu, eğer şarap içmiyorsam o anda..

Milyonda bir olurmuş, bu kadar ortak yönün buluşması aynı karede, ama yıkarken ve basarken dikkat etmek gerekli. Çünkü sevmek farklı bir şeymiş, tutku benim bilmediğim birşeymiş. Tutku sadece bir kişiye duyulmuş, sonra unutulmuş, o onu bekliyecekmiş, farklı isimde olabilirmiş.

Aha bak yine kaçırdım kareyi, yaşlı adamın hüzünlü bakışı boğaza, yalnızdı sanırım, derindi çünkü bakışı.


No comments:

Post a Comment