Thursday, November 29, 2012

İsmi onun adı olan şiir.


Not: Nasıl bir ruh hali yaşadığımı net olarak hatırlamadığım yıllarda bir gün yazmışım bunu. Okulun son günü olması muhtemel. Bütün yaz onu düşüneceğimi mi düşünüyordum, net değilim. Belki hala akıllanmadığım yıllardandı. Nitekim o yaz pek de hareketsiz geçmemişti benim için. Basit hataları vs. değiştirmedim. Genel olarak o yıllardaki neredeyse tüm karamalarımı artık beğenmiyorum. Gereksiz ağır geliyordu. Saflığımı mı yitirmiştim? 
----

Güneş tam tepedeydi.
İlerleyen otobüsün dışında
Uzakta,
Gölgelerinden daha büyük,
İki tepe vardı; yan yana.

Bir adam ve bir kadın,
Bir traktörün üstünde,
Tepelere doğru ilerliyordu.
Her yer yemyeşildi.

Ben uzaklaşmıştım Ankara’dan,
Bir süreliğine de olsa,
Doğduğum topraklardaydım.
Bittiğini bilmediğim bir rüyamda.

Oysa daha dün gibi aklımda,
Ayrılırken,
Şarkısını hatırlatan insanlar.

Ankara, 31.05.2006

Wednesday, November 28, 2012

Aynı Saat Farklı Gün

Kaç gün geçtiğini hatırlamıyorum ama aynı saatler olsa gerek. Çünkü aynı saatlerde uyuyorum yıllardır, farklı saatlerde kalksam da.

Uyumadan önce seni düşündüğüme göre, bu saatlerde olsa gerek.

Seni aradım, yeni gelmiştin, yorgundun. güzel bir ses duyacaktım, soğuk deniz rüzgarı yemiş yüzüm ısınacaktı seni duyunca.

Seni tekrar tanıyacaktım aylardan sonra. Tekrar ısınacaktım karadeniz plajlarına ayaklarımızı gömmeye çalıştığımız günden sonra ilk kez.

Oysa sadece tanımakla kaldım, tekrar değildi.

Umutlarım çoktandır boşuna dönen bir dönme dolaptı.. Yine de ben hoşlanıyordum seyretmekten onu.

Bir makara filmi çekersin ancak yıkadıktan sonra anlarsın yanlış çekmişsin, emeğin boşuna gitmiştir, işte o gece böyle hissettim.

En az bir kişi yanlış yapmıştı.

Friday, November 23, 2012

Tuesday, November 20, 2012

Sweet Sweet Man

Gelecek diye fazla heyecanlanmıştım. Evin her tarafını süpürmüş, hatta paspas gibi ileri derecede temizleme operasyonlarına girişmiştim. Temizlik bittikten sonrada evi tek kirletenin kendim olduğunu hatırlayıp, hemen dışarı attım kendimi, sonrasında beraber geldik.

Gergindi, yorgundu. Daha önce de bu ruh halini onda çok görmüştüm. İşiyle ilgili dengeyi kaçıran her kadın gibi, yoğunluktan da etkilenerek, ruhunu teslim etmişti şirketine.

Saçma sapan bir sebepten kızdığını hatırlıyorum. Belki de domino taşlarının birbiri ardına devrilmesi serisini ortadan yakalamıştım bu ilk öfkede. O ilk taşı kimin, nerede, ne zaman devirdiğini çok düşündüm, yoruldum, bulamadım, bıraktım.

Ama belliydi, bir olumsuzluk vardı. Duşunu aldı, artık beni hiç yaralamayan sigarasını içti, biraz dinginleşmiş görünüyordu. Uyumak istediği belliydi.

Siyah çarşafların karanlığının belli olmadığı zifiri karanlıkta saçlarını okşadım. Sarıldım. Öpmek üzere yaklaştığımda göğsümde elini buldum. Afallamıştım, dur diyordu. "Ben sana demiştim vs. vs." hatırlamıyorum, yaşadığım şoktan belki de. Kendince mantıklı sebepleri vardı elbet, ancak ben, onca sevgimle bile onun mantığına uyamadım, onu anlayamadım, anlam veremedim.

Uyuyamadım yanında.

Kalktım, öteki odadaki kanepeye gittim. Nevresim çarşaf vs. ile uğraşmadan bulduğum kötü bir yastıkla uyumak üzereyken onu yanımda buldum. "Gel" diyordu. Kadınları anlamak dedikleri bu olsa gerekti ve ben yapamıyordum. Ona "hayır, yanında sana dokunmadan duramam" dedim.

Yanıma eğildi, hafif bir gülümseme ile, belki bir annenin çocuğunu severcesine, "Sen çok iyi bir adamsın, seni kaybetmek istemiyorum" diyordu. Bu bir tiyatro sahnesi olmalıydı. Bu kadar dengesiz olmamalıydı. Devam ediyordu "Lütfen gel".

Madem ki bir tiyatro idi ve madem ki çok da sevmediğim, kötü bir tiyatro idi, en çabuk yoldan bitirmek için oyuna katılmak zorunda kaldım. Beraber geri döndük, aylar öncesinde "uyan hadi, kahvaltı vakti" diyerek bana sımsıkı sarıldığı ve sürekli böyle sarılan bir çizgi film karakterini anlattığı yatağa geri döndük. Yanında ölü bir beden gibi uzanarak uyumak zorunda kaldım, bitmesini istediğim bir gündü. Basit bir istekti, tabi ki bitecekti.

Sabah alışkanlıktan sarılarak uyandım. Öptüm, bu sefer tepki vermediğini farketmedim. Dün akşam yaşanan neydi? Rüya olmalıydı. Ya da farklı birisi? İşe geç kalmadığım hafta içi günlerde ve hafta sonlarında olduğu gibiydi her şey, uykuluydum hala, dün geceyi hatırlamıyordum, bu yüzden standart bir sevişme olmuştu.

Bunun bir tekrarını yaşayamam demiştim. Kaldığı öteki gece de tekrarı oldu.

En az birimiz karaktersizdik. İçimdeki masum hisler yok olmuştu. Onun pürüzsüzlüğü ilk o gece zedelenmişti. Mide bulandırıcı bir tiyatronun kurbanı mıydım? Basit düşünüp "yaşadığımız güzel şeyleri düşünmek" bana göre değildi. Kaldı ki çok zor biriken her şey birden mahvedilebiliyordu.

Bir sevgiyi bitirmek için yapılması gereken bir kaç şey var. Öncelikle sevginin başladığı düşünen temel "kaynak"lara saldırılır. Ve bu karaktersizlik ve olmamışlık kurduğum hayaller imparatorluğunu yıkmaya yetti.

Bir tek saygısızlık yapmadığı kalmıştı yine de. Konuşuluyordu arada onunla. Oysa aylar sonra onu da yaparak tüm ihtişamını kaybedecekti. İnsanlara değer vermenin zor olduğu bu dünyada basit kelimesinin iyi olmadığını anlaması zor değildi.






Friday, November 16, 2012

Rolay 35

telefon çalar..
***

Nazmi abi: Efendim,
Ben: Selam Nazmi abi, nasılsın? Ben M.
Nazmi abi: M.?
Ben: Rolay M.
Nazmi abi: Haa, iyilik senden naber?
 ***
İşte bazen –aslında sadece fotoğraf teknikeri Nazmi Kılıçer’le görüşmelerimde- kimliğim halime gelen bir şeyden bahsedeceğim bugün.

Rollei 35, dünyanın en küçük mekanik 35mm fotoğraf makinesi ve Minolta Minox’un ardından da en küçük 35mm makinesi, bende yeri ayrıdır.

Tanışma:
Pentax K10’umun kırılan alt kapağını değiştirmek için bir teknik servis aradım ve sonunda Elitel servisi buldum. Nazmi abi’yi çok da merak ediyordum. Birgün iş çıkışı doğrudan Üsküdar’daki atelyelerine gittim. Çok öncelere dayanan ve o zamanda praktica vs. gibi slr lerle devam ettiğim analog hobimden bahsettim. “Aslında sürekli yanımda yaşayabileceğim ve iyi bir analog makine olsa fena olmazdı” dedim. İlk bakışta küçükmüş gibi düşünülen leica çok da küçük değildi, bunun üstüne çok ağır ve çooook pahalı idi. Voigtlander vs. ise daha ucuz, fakat yine aynı handikapları taşıyordu. Belki bir canonet alınabilirdi.

Nazmi abi ise bana Rollei 35 i önerdi. O ana kadar ismini duymadığım bir modeldi. “Özellikle Sonnar lensli olanı almalısın, mükemmel bir lens, çok keskin”. Bulmanın çok zor olduğunu biliyordu. Türkiyede o ara bir iki tane sahibinden.com ilanı bulmuştum, makineler hem 35 S (Sonnar lensli ) değildi hem kötü görünüyordu, hem de gerçekten pahalıydılar. O’na yurtdışından alabileceğimi söylediğimde “olabilir, önemli olan lensinin temiz olması, lens temiz ise mekaniği bir şekilde halledilir” dedi ve ekledi: “Lensin temiz olmaması makinenin hangi koşulda saklandığını da gösterir, lensi temiz olmayan makinenin mekaniği gerçekten kötüdür” diye ekledi. Son cümlesindeki mantık halen ona duyduğum saygının temelini oluşturmuştur.

Araştırmaya başladım. Almanyada standart bakımdan geçmiş Rollei 35S ler gördüm, fiyatı çok pahalı değildi ancak gümrük ile uğraşmak istemiyordum. Bu sırada İngilterede bir açık arttırma gördüm, satan kişi konuyu pek bilmeyen birisi olduğunu söylüyor, makinenin babasından ona kaldığını, kılıfından çıkarmadığını da ekliyordu. Fotoğraf çok net değildi ancak camı temiz duruyordu. İhaleyi kazandım, aldım.

Çok temizdi. Ancak çalışmıyordu. Hemen Nazmi abiye götürdüm. İlk incelemelerde bulunduktan sonra çok kolay tamir edileceğini belirtti. Aldığım fiyatı sordu ve satan adamın hikayesi ile birlikte söyledim. Yorumu ise “Bu dünyada arkada bir şey bırakmamak gerek” oldu. Nitekim makineyi bir ki hafta sonra tamamen çalışır şekilde aldım.

Alışma
İlk filmde biraz pozlama, biraz da filmi yıkarken geliştirme hatası yaptım. Düşük kontrastlı çıktı fotoğraflar. Ancak lensin keskinliği gerçekten çok belli idi.
İlk Rollei denemelerinden. Düşük kontrast fark ediliyor ancak keskinlik başarılı.
  
Zamanla makineyi tanıdım. Düşük ışıkta pozometresine güvenilmemesi gerektiğini ve diğer hassasiyetleri öğrendikçe kimi zaman dijital yerine tamamen bu makine ile çekim yaptığımı fark ettim.
Makineye alıştıktan sonra bir deneme daha. Kontrast seviyesi daha kabul edilebilir durumda.
Arada renkli film de kullandım. Zaten Nazmi abi beni uyarmıştı: "Eğer genelde siyah beyaz çekiyorsan, bu makine ile renkli film çekme, renkli çekersen bir daha siyah beyaz çekmeyebilirsin" demişti. Makinenin lensi HFT (high fidelity transfer) kaplamalı idi ve bu gün ışığında çok net ve güzel renkler yakalama imkanı veriyordu. Kimi zaman gerçeğinden bile daha güzel..

Rollei ve Kodak renkli filmin buluşması

Tabi ki onun da handikapları vardı. Öncelikle çok hassastı. yarı yolda bırakabilirdi. Kullanılan parçalar küçük ve ince olduğundan bu biraz normal. Odaklamanın tahmini olması da beni çok uğraştırmıştı, özellikle de yakın mesafe/açık diyafram çekimlerinde. Evet, makineyi kullanırken, odaklamak istediğiniz nesneye önce bakıyorsunuz, aranızdaki mesafeyi tahmin ediyorsunuz, daha sonra lensi ona göre ayarlıyorsunuz. Makinenin üzerine takılacak rangefinderlar (ya da telemetre) vardı ancak ben onu bu haliyle kullandım hep.

Sonuçta bir tane daha aldım, bu sefer siyah kasaydı. tüm dünyada 250 bin civarı üretilen Rollei 35S'ten ikisi bende kalmış oldu (Rollei 35 ailesi toplam 2 milyon adet üretilmiş).

Siyah olana pek ısınamadım, ancak orijinal gri olanda pek ayrılacağımı düşünmüyorum.

not: makineyle ilgili daha geniş bilgiyi wikipedia sayfasından bulabilirsiniz:
http://en.wikipedia.org/wiki/Rollei_35








Wednesday, November 14, 2012

Poe

Ayyaş şair serisi gibi bir şey mi yapsak?

Ben Poe'nun şiirlerini okuyana kadar yazdığım mısralara şiir deme cesaretini gösteriyordum.

Şairin nasıl bir üst alemde yaşadığını en iyi anlatan şairlerdendir Poe benim için. Hayal gücü ve tutkunun birleşimini onun şiirlerinde buldum.

Ve Annabel Lee'yi okuduktan sonra da yaşadıklarıma aşk demeden duraksar hale geldim.

Başrolünü John Cusack'ın oynadığı "The Raven" filminde de söylendi bu şiir güzel aktris Alice Eve tarafından. Ancak şair'in kendi sesinden dinleyen Baltimore barlarının müdavimlerini yine de kıskanıyorum halen.
--------

But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we-
Of many far wiser than we-
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee.



Durst

İlk agrandizörüm, bir arkadaşımın bana vermiş olduğu UPA marka idi (Rusça: УПА). Kendisinin "ilk" olmasının dışında hiç bir özelliği yoktu. Oysa çalışması için çok çaba harcamıştım. Yine de bir süre idare etti beni. Bir kez kaza geçirip devirmiştim. Filmi her hareket ettirdiğimde odak ayarını tekrar yapmam gerekiyordu. Oldukça "kütük" gibi olan odaklama mekanizması sayesinde fotoğraf basmak biraz işkence oluyordu.

Bugün bana en sadık dostumu anlatacağım.

UPA ile olan ilişkimi geçirmiş olduğum kaza sonunda tekrar değerlendirdim. Neredeyse elektrik çarpması ile sonlanacak olan kazayı ucuz atlatmıştım. UPA'nın da kafası çatlamıştı zaten. Daha sonra gerek sanal alemde gerek gördüğüm her fotoğrafçıda agrandizör aradım. yeni bir tane almak gerçekten çok aşırı maliyetli idi. Kaldı ki iyi bir araştırmayla bedavaya bile bulunabilirdi.

Öncelikle Bursa'da buldum. Ancak Durst'un çok ağır bir modeli idi, hatta kafası bir tür amortisör ile hareket ediyordu. kargo bedeli de agrandizör bedelini geçince vazgeçtim.

Daha sonra bir sitede ilan gördüm. Üsküdar'ın arka mahallelerinden birinde, kuzguncuk deresi üzerindeki bir gecekondudaydı bu Durst m670. İncelediğimde lambası yoktu ve filtreleri tozlu idi. Ayrıca negatif taşıyıcısı yoktu. Kırmızı filtresi de kopmuştu. Yine de alacaktım ancak yirmibeş liralık pazarlık sonucu sinir olup vazgeçtim ve çıktım.

Ancak ertesi gece kararım değişti ve gidip aldım. Gece diyorum çünkü satan adam fazla mesaiye kalan biriydi. Ek olarak makinenin ne işe yaradığına dair bir fikri de yoktu. Evet, tahmin edileceği üzere inanılmaz ucuza aldım.

Bir cd kutusundan geçici bir negatif taşıyıcı yaptım ve bu şekilde yaklaşık bir yıl kullandım.  Upa'nın kırmızı güvenlik filtresini de Durst'a monte ettim.

Durst ve ben, Mart 2010. El yapımı negatif taşıyıcı sebebiyle bir miktar ışık "kaçağı" oluyordu, 

Onlarca baskıdan sonra apug.org üzerinden tanıştığım bir İngiliz'den negatif taşıyıcı bulabildim. 35mm maskeleri de ebay'den sipariş etmiştim. Artık her şeyi tamdı, kenar mahallede bir gecekonduda çürümekten kurtulduğu için belkide, hiç bir baskıyı yarı yolda bırakmadı.

İtalyanın kuzeyinde zamanında bol miktarda agrandizör üreten bu şirket, İtalya'da olmasına rağmen bölgedeki insanların birçoğu gibi Alman kökenli idi. Bunu şirketin ismi de dahil olmak üzere, bir çok yerde görebiliyordum. Zaten gerek m670 gerek diğer modelleri olsun, mekanik olarak çok üst düzey oluşunda buna bağlıyordum.
M670'in kafasının üzerinde bulunan etiket. Paslanma durmuş durumda. (Temmuz 2012)
Belki onu yıllar boyunca saklayacağım. Hayatımı bir bavula sığdıramıyorsam da bunun tek sebebi bu agrandizördür.





Sunday, November 4, 2012

Saç teli

Ben kaldığını öğrendiğim muhitte yerlerde senin bir saç telini ararken,
Sen her zamanki gibi ruhunu öldürmekle meşguldün. 

Snowy.




There's trains apporaching from either side
Going to jump over those tracks for you
Go anywhere you're going to
I'm going with you.