Wednesday, March 27, 2013

Seul'de bir sarhoş

Yorgundum, soğuk rüzgar yüzüme çarpıyordu, tüm gün dolaşmaktan ayaklarım da ağrıyordu, karnım acıkmıştı. Şehrin arka sokaklarını gezinmeye başladım yiyebielcek birşey bulurum diye.

Camında "octopus" yazan bir restoran gördüm, başka latin alfabesi ile yazılan bir yazı yoktu, okunuşunu çözsem de anlamını çözemeyecem Korece birşeyler.. İçeri girdim.

Selamımı verdikten sonra oturup menüden istediğim yemeği işaret ettim garson kadına, kadın "spaysii??" dedi, önemli olmadığını soyledim, pilav istemedim. Bir kaç dakika sonra garsona tekrar işaret ederek yerel içkilerinden olan "socu"dan bir tane istedim.

Derken, sol çaprazımdaki masada oturan iki adamı farkettim. Biri çok kötü sarhoş olmuştu. Masalarında altı, yedi tane socu şişesi vardı. Adamların birisi, bana bakarak oturan taraftaki kötü durumdaydı. birşeyler soyluyordu, tabiki anlamadım dilini bilmediğim bu adamı ancak arkadaşının anladığından da şüpheliydim, konuşmaktan ziyade inler gibiydi.

Ahtapot gelmişti güveçte, buharı bile gözlerimi yakmıştı, sanırım hayatımda yiyebileceğim en acı şeydi. hafiften yemeye başladım.

Derken sarhoş adamla göz göze geldim. Bana bakan tüm Koreliler gibi o da biraz şaşırmıştı. Diğerlerinden daha Koreli bir yüzü vardı, Suratı ütülenmiş gibi dümdüzdü, pek bir kıvrımı olmayan gözlerinde bana bakarken hafiften yaş olduğunu gördüm. Beş saniye kadar birbirimize baktık.

Saat altı gibiydi. Bu adam yemek yiyip sarhoş olmuştu. Derdi mi vardı? Sarhoş olarak unutacağını düşündüğü nasıl bir dert olabilirdi? Adamın durumunu kendi içimde kötüledim. Kimdi peki suçlusu? Pragmatik arkadaşlar tüm sorumluluğu bireye yükleyecektir. Ben buna inanmıyorum. Dünyaya gelmiş bir insan, kendini öldürünce acı duyacak, ölmekten korkuyor, kendi kendini imha etmemeye programlanmış bir robot gibi, hayat ile mücadele etmek zorunda, neden? Nereden geliyor bu zorunluluk. Konfor denilen şeyin pek nadiren başkalarının hakkını yemeden gerçekleştiği dünyamızda (buna modern ekonomi diyorlar, kaynak sıkıntısı vs) ağlamamak için hak mı gasp etmesi gerekir?

Garson kadın geldi, "sorry" dedi. Bu arada şaşırmıştım oyle bi yerde orta yaşlı bir koreli bayanın az buçuk da olsa ingilizce bilmesine. Ünlü bi yer miydi acaba? Nitekim çok daha janjanlı mekanlarda bilinen ingilizce kelime sayısı beşi nadiren geçerdi. Herneyse, kadına "no problem, no problem" dedim. Aslında yukarıda yazdıklarımı tek tek anlatmak istedim garsona, gidip adama sarılmak istedim. onu omuzlayıp evine (var mıydı? ev nedir?) götürmek istedim. Onbeş milyonun arasında kaybolup gitti.

Şehirde işlenen günahlar kümüle olarak artarken günahkarların kimliği hala bir soru işaretiydi.

No comments:

Post a Comment