Thursday, June 20, 2013

Mavi

Söylediğim saatte geldim ama biraz bekletti beni.

Mesai saatinin bitimi yüzündeki yorgunluğu daha da belirginleştiriyordu. Daha da dikkat ettiğimde, özellikle beni anlamaya çalışırken hareketsiz duruyor ve yaşının getirdiği çizgiler belirginleşiyordu.

Sıcak etkisini yitirmemişti. Açık alana oturmamıza rağmen rüzgar esmiyor, yan masada sigara içen ve kelimeleri uzatarak konuşan kızın etkisi altında kalıyorduk. Dalgındım, aklımda bir gün sonra çıkacağım seyahat vardı. Telefonda konuşuyordu, yine kötü haberler duyuyordu, yüzündeki çizgiler derinleşiyordu ve ben menüden ne yiyeceğime karar veriyordum. Garsona ikinci kez “Daha karar vermedik” demek zorunda kaldım.

Sonra farkettim, hala telefonda konuşuyordu parmağı menüde bir yemeğin üzerindeydi. Telefonu kapatıp siparişini verdi.

Konuşmaya başladıkça gülecek birşeyler bulması kolaylaştı, neşeli demesem de (neşeliyken gerçekten susmuyordu) fena değildi.  Günün yorgunluğu ve duyduğu hastalık haberlerine rağmen zorlada olsa gülümsemeye çalışıyordu.

Ton balıklı salatasındaki ton balığı ve mısır parçalarını yedi, ama doymadığı belli, son mısır tanelerini arıyordu. Yemekten sonra gelen kahvenin yanına neden kurabiye konulmadı diye garsona kızdı. Kahveyi içince biraz daha neşelendi. Onu ilk gördüğümde bende yarattığı gerginlikten bahsettim ve o gün, hemen iki saat sonrasındaki sıradışı neşeli halinin bende bıraktığı “dengesizsin” önyargısından. Savunmaya çalıştı kendini, yine başaramadı.

Veda ederken, zarif mavi elbisesinin asaletini taşımakta zorlansa da arabasına kadar gidebildiğini gördüm.

Karanlık bize evlere gitmemizi, uyumamızı ve sorna tekrar kalkmamızı, bu hayatın döngülerine uymak zorunda olduğumuzu, arada bir yaptığımız kaçamakların aslında sadece geçici ferahlama olduğunu hatırlatıyordu. Sokak lambaları “biraz daha yaşayalım, uyumayalım” diyen insanlar tarafından icat edilmiş ve takılmış olmalıydı. 

No comments:

Post a Comment