Friday, August 30, 2013

Helsinki

Helsinki'den fotoğraf göndermişsin,
Güneş batmaya çalışır, batamaz.
Deniz ısınmaya çalışır ısınamaz,
Sen gelmeye çalışırsın, gelemez..

Ve ben bilirim ki,
Bütün baltık şehirlerindeki gibi,
Hüzün vardır bulutlar güneşin önüne geçtiğinde,
Deniz çağırmaz, evler karanlık
ve Sen yurduna,
Bana dönmek istersin.

Havalimanı

Beni bu havalimanları mahvetti. Bu havalimanlarında ikinci kadehten sonra seni, üçüncü kadehten sonra senle sevişmelerimizi hatırladım. Dördüncü kadehte peynir tabağını, beşinci kadehte ise sabah hazırladığım kahvaltıyı reddedişini. Daha fazla içmedim. Sevilmekten, soyulacak yumurtadan korktugun kadar korkuyordun.

Bu havalimanlarında öğrendim ben, gidilecek bir yer ve gidecek birileri olduğunu. 

Tuesday, August 20, 2013

Sen!

Neden uyumak yerine bir kadeh daha doldurdun?
Sen, bu kadar yol aldın,
Neden unutmak yerine bir fotoğrafını daha açtın?

Ve sen, onca olanlara rağmen,
Ona yazdığın şiirleri,
Sonra mektupları ve hatta kartpostal arkasında,
Sonunu getiremediğin cümleleri
Tekrar hatırladın.

Sunday, August 18, 2013

Blood

Bir sevgiydi bunların grubunun ismi. bir müzikti çıkarttıkları her ses. ve sevdiğim insanları bazen benden daha çok etkileyendi. Beraber dinlememdi. Kimilerini ağlatır, kimilerini bana bağlardı, kimileri dinledikten sonra beni belki sevmesine rağmen yalnız kalmak isterdi, emin gibiydim beni severlerdi, ama öyle değilmiş idi belki, akılları başka yerlerdeymiş. Belki akılları yokmuş?

Ve sonra,

Everything I crave I become
Everything I left forgotten
Everything I love I become

Sonra bir bilgisayar açıldığında parça çalardı. Hep bunlar olurdu. Hep ufak bir tını ve arka planda hep sevişirdik. Dünya kısa, yollar uzundu. Kavuşmak zordu. Sevişmekten başka kahvaltı yapardık, kimi şarap içerdi, kimi çay, kimi şiir okurdu, kimi şiir olurdu.

Ve en başında herşey Beşiktaş'ta başlar. Kahve içeriz, kitapçıda buluşuruz kahvaltı yaparız münferit zamanlarda. Sen bazen çayı seversin, bazen kahveyi, bazen ilk öpücüğümde utanırsın, bazen ilk sen öpersin. Ve sen denizi görünce sevinirsin Ankara'da geçen onca zamana rağmen. Sen yine de bende kalmayı severdin bazen, küçük bir odada iki kişi olunca en çok sevdiğin şeyi, yani sarılmayı yapmak zorunda kalıyorduk, belki ondan. Sen soğuk kış günlerinde ısınmak için sımsıkıca işte böyle sarılırdın, beni de ısıtırdın İstanbul'un en orta yerinde hep en soğuk evin kendi evim olmasını istedim bu yüzden. Sonra uzaklara gittin ama tanrı beni seviyormuş, kış çetin değildi ve yaz bir insanın yanında olunamayacak kadar sıcak.

Şimdi kış geliyor biliyorum. Senden emin değilim.


Thursday, August 15, 2013

Gibi

"Sen aşkımdan ölüyorum adamı değilsin
aşkı anlat
yaşamış ve aşmış gibi"

Yalnızdın

Hep sen vardın, en fazla dört kişilik masa aldın evine, yalnızdın ve diğer 3 sandalye hiç yerinden oynatılmıyordu, menteşeleri ilk günkü gibi sağlam, beyazlıklarını koruyordu.

Niye kendini yalnızlıkla bu kadar özdeşleştirdin? Oysa başkaları ile olduğunda ya da bahsettiğinde mutluluğunu gözlerinden okuyordum, beni mi yoksa kendimi mi kandırıyordun?
Gece olunca hiç mi hissetmiyordun onların içindeki yalnızlığını, ne yapacaktın, yine aynı kanallarda aynı belgeselleri seyredecek ya da okulunu bitirmek için tamamlaman gereken ödevini belki ikiyüzelliikinci sayfayı yarısına kadar tamamlayacaktın.

Yalnızdın ve dışarda insanlar yanından geçerken sana bakmayacaktı.

Ve sen yine de mutlu olduğunu düşünecek, bunu çizdiğin resimlere, tıpkı bir çocuk gibi özenle dizdiğin iki kişilik yemek takımına bağlayacaksın. Oysa uyuduğunda yazın sıcağında bile soğuk olan yatağında anlayacaksın ki: değil.

Elin birilerini arıyacak. En kötü varlığının bile yokluğundan iyi olduğu insanları, eski sevgililerini, unutamadığın, unutamadığın için de tekrar mutlu olamayacağın insanları bir kez daha düşüneceksin ve yine gireceksin aynı döngüye, yine o geceki uykunu kurtarmanın yolunu "en iyisi yalnızlık" kararını vererek geçiştirmeye çalışacaksın.

Neden kendini kandırıyorsun? Neden bir kez daha?

Neden yenemediğin duygularını yenmiş gibi davranıyorsun? Yenilgini kabullenip bu zaafınla yaşamıyorsun?

Neden tapındığın "birey olmak" kavramının bu yönünü düşünmüyor, birey olmayı "yenilmemek" ile eş tutuyorsun.


Oysa biliyorum, tam olarak sevdiğini söyleyemeyeceğim benimle bile sarılırken nasıl titrediğini. Sana arkama dönerek uyuduğum gecenin herhangi bir saatinde uyanırsam seni hemen arkamda sırtıma yapışmış bullduğumu biliyorum. Ve sen uykunun sarhoşluğundan ya da kıt hafızandan bilmiyorsun?

 Yenilmekten daha kötüsü yenilgiyi kabul etmektir diye düşünürdüm. Ama değilmiş. Yenilgiyi kabul etmek erdemmiş. Yenildiğinin farkına varmana rağmen inkar etmek nasıl da zor ve yıpratıcı ve hatta o yenilgiyi her gün hatırlatıcı.

Daha yolun yarısına bile gelmeden, yolun devamına doğru atacağın adımları çok önemsememeye başladın. Sen sürekli geçmişi öven, "birlikte yaşadığımız güzel şeyleri" hatırlayan birisi olmak yerine başını kaldırsan ve iki adım sonrasına baksan, onun heyecanını yaşasan?

Bir heyecan yaşasan? En son "bir sonraki görev yerim neresi acaba?" şeklinde heyecan yaşamıştın sanırım, ya da "yüksek lisans tezim kabul edilecek mi" idi.

Şimdi ben uyurken sen uyanmış oluyorsun uzakta ve ben senin ne hissettiğini iyi biliyorum.


Friday, August 9, 2013

Sonra

Sonra, anlıyorum ki senden ses soluk duymayacağım artık. Anlıyorum ki kararlıymışsın. Aylardır arayışlarım sonucunda sana bu kadar yakınlaşmıştım oysa. Ne kadar bekleyebilirdim ki kapında? Tükendim ve herşeye rağmen eski sıradan hayatım ne seninle ne de sensiz yaşadığım son günlerimden daha huzurluymuş, anladım.

Ama anlamadım niye bu kadar inat ettin mutsuzluğunla, belki sen bundan hoşlandın.

Ve şimdi, onca uğraşımdan sonra, kelimelerim de tükenmişken dönmemin zamanı geldiğini anlıyorum.

Sunday, August 4, 2013

Gülhane

Fotoğraf çekmeyi öğrendiğin, yüzlercesinin içinde yalnız ve cılız kalan bir  ağacı defalarca fotoğrafladığın yerde, senin hayaletin vardı. Pembe yeleği ile yine böceklerin doğaya baktığı gibi bakabilmek için diz çökerek fotoğraf çekiyordun. Çektiğin fotoğrafların içinde de ben vardım. Daha sonra bilgisayarında isim verdin bu fotoğraflara ve ben hep oradaydım. Sen bir peynir tabağı hazırlarken sana yakınlaşacaktım, oysa sen benim sana aldığım şaraba bakarken başkasını düşünüyormuşsun, anladım. Sonra dışında aylar öncesinde aldığım papatyaların hala asılı durduğu kapını açtım, çalışmayan asansörün yerine tozlu merdivenlerinden indim. Fotoğrafla geldim, bir tutam kuru papatya yaprağı ve bir insanın ebedi huzursuzluğuna üzüntüm ile döndüm.

Ve gülhane parkında, herkesin yüzü mutlu, sakin ve İstanbul sıcaktan kavrulurken burası serin, senin hangi döngüde olduğunu düşündüm.

Saturday, August 3, 2013

Poe etkisi

And your lovely touches,
And your passionate smell,
And your dazzling eyes
And all the rose gardens of heaven
They are within one body,
                                        with your soul.