Wednesday, April 23, 2014

una notte a napoli

"Ahaha şaka yapıyorsun??"
"wtf?"
"Sen böyle müzikler dinlemezdin, Pink Martini falan"
"E hala dinlemiyorum ama gayet güzel"

geçen yıl bu zamanlardan biraz önce böyle konuşmuştuk.

Şimdi ,Roma ya da Napoli'ye tek gitmek zor. Çöp koksa da sokakları, neden bir gece geçirmezsin benimle? Karaköy, Kadıköy, taksimin tüm sokakları ve bütün kıyı sokaklarını yaşamadık mı her nefes alışımızda? Neden hala ürkeksin. Neden ayakların ve kalbin farklı yönlerde. Gel hadi. Gel.. Gel ve beni götür..

in cielo mi portò
in cielo mi portò



Ufaklık

Yumuşaktı yanakları. Belki de en çok yanaklarını öpmeyi severdim. Aynı davaların peşindeydik. O biraz daha düzene uyardı. Biraz daha çalışırdı, ben onun yüksek katlı binasında beklerken.

Şimdi Ben Moskova'da verdiğim sözü onunla başaramadım.
Çocuğumun adını Nazım koyamadım.
Şimdi O, bilmem kaçıncı katta çalışıyor,
Yekpare gökdelenlerde, cam kaplı.

Zaman ilerledi, yol yarılandı.
Ben Şarkışla'dan geçtiğimde,
Gemerek'teki iti de, hatırladım,
Olmayacak geleceğimizi
Ve yarım kalan bebek Nazım'ı.

Biz aynı havayı soluduk,
Aynı çimlerde devrim şarkıları söyledik,
Başkaları ile kol kola olsak da.
Şimdi sen yukarda, gökdelende,
Ben ise bir metro hattında, senden uzakta.
Aklına geliyorum, yaşlandın.
Her soğuk gecede, ufak bir eksiklik,
ismim yedi harfli, telefonum biraz daha uzun,
kalbinin anahtarı yok.
Ne sende ne de bende.
YOK.

(imlalar sonra düzeltilecektir)

Mutluluk

"Sen mutlu olunca yazmıyorsun galiba, acı çekmek yarıyor?"

Dedi. bundan bir yıl iki ay önce. Oysa öyle miydi? ben acı çekmekten bu kadar kelime üretebilmiş miydim yada bu basit bir tarif miydi.

Sokak lambaları yaz ışıltısı içerisinde. piyano tıkırtıları ile gece biraz daha neşeli..
--
Şimdi aklıma geliyor; neden beni hep "kendini üstün gören biri olarak tanımlamış olabilir ki" diye soruyorum.

Her neyse. hiaye o değil, Hikaye bu:
------

Soğuk öyle birşey ki,  60 liraya aldığım kaban ne fayda eder? Uzaktayım yine. Medeniyetten uzakta, onun yanında. Arabalar vızır vızır geçiyor, dudaklarım sadece en seçilmiş kelimeler için hareket ediyor. termometreler eksilerde. Ben onu özlüyorum. (burada sen varsın) (ama artık yoksun)

İstanbul bir yana sen bir yana. Bıraktım hepsini, buraya tekrar geldim. Sekiz yıl aradan sonra, ilk günkü gibi beni karşlılayabilecek misin acaba? Rusçayı unuttum ama hala sana selam vermeyi biliyorum. Ne de güzel kalmışsın. Tıpatıp aynısın işte. Biraz kilo mu almışsın? Arkadaki çocuklar??? Evlenmiştin evet.

Ah, Anna, Sekiz yıl sensiz nasıl geçti diye sorma sakın, tamam mı? şimdi sorma en azından. Çünkü ben bu soğuk Sibirya günü geldim buraya. İstasyonda buz gibi soğuk çeliğin üzerinden her bir boji geçişinde sesi duyuyorsun. Ah, Anna, kalbimi düşün. bu soğukta, sana geldim.

Çay istiyorum, söylemesi kolay, ne de olsa aynı. Yüzün gülmeye ne kadar müsait.. Gözlerinin altı sadece güldüğünde seni  güzelleştirmek için özel olarak yaratılmış olmalı. "Nasıl?" diye soruyorsun. Ben inanmış olsam "Kader.." demek isterdim.

İnanmış olmayı isterdim.

Ah Anna. İşte amansız bir kaç Sovyet askeri ile zorla senden ayrılalı sekiz sene geçti. Sekiz soğuk kış. Kışlar soğuk değil Türkiye'de, En azından buradaki, Çelyabinsk'teki gibi değil. Ama bir Ankara ayazı, sonra da Bilirsin, İStanbul, soğuk deniz havası, sensizken beni pek bir çarpar.

Ah Anna, Kırmızı yanaklarınla bu sekiz yıl ne güzel olabilirdi. Ne kadar da kısa olurdu acısız. Uğraşmazdım bir başıma ufak bir mahallede Yıllarca.

Geldim işte. geçmiş neyi kurtaracak ki? Açtın kapıyı. Çay sıcak.. Hala sıcak bir şeyler var bu kentte. Tren de biliyor musun, Hem de Rosiya'da, sıcak su yoktu. Ben "platzkart"taki birisinden biraz votka dilendim. öyle ısındım. Ah Anna.. O kadar üşüdüm ki.


Bir sabah uyandığımda

Sen olsaydın bu sabah uyandığımda
Saçların dağınık,
ve kıvırcık,
gözlüğün uzakta, onsuz sadece beni görebilseydin.

Bu sabah uyanmadan
güzel bir uykuda olsaydık
yorulmaksızın seviştikten sonra.

Zaman olmasaydı, iki yıl öncesinde olsaydık.
Güneş pencereden içeri girdiğinde neşelenseydin.

Kahve makinesi kendi kendine yapsaydı kahveyi,
biz kokusuyla uyansaydık,
Bu sabah,
Ve saçların yine dağınık kalsaydı.

Tuesday, April 15, 2014

Türk Beşleri

Yıl 1998.

Şaka gibi değil mi? Artık o yıllardan bahsetmek Atilla İlhan'ın şiirlerinde

1949 eylül'ünde birader mırc ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık


der gibi geliyor. 

Oysa yıl 1998 yılında ben bir ortaokulda, menopozdaki müzik öğretmenimin beni müzik dersinden bırakma ihtimaline karşı aldığım "müzik yıllık ödevi" ile tarihe geçmiştim.

Ödev konusu "Türk Beşleri" idi.

Bu adamlara takılan isim aslında "Beşler" (The Five) olarak anılan Rus bestecilerden esinlenilmiştir.

Rus arkadaşlar çok önemlidir. Zaten Sankt Pitirburk aşk ve sanat kokan bir şehirdir. Karın tokluğuna yaşayabilirm. (Şarap ve imperial stout birasız olmaz).
http://en.wikipedia.org/wiki/The_Five_(composers)

Hatta Borodin için yazımız mevcuttur. Buradan.

Her neyse.
Ahmet Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkini çok severim (Cemal Reşit Rey'i saymıyorum bile) Hasan ferit Alnar ile Necil Kazım Akses ile o kadar haır neşir henüz olamadım.

Bu adamların en sevdiğim tarafı çok güzel Anadolu (Türk demiyorum) ezgilerini modern çok sesli müzik ile buluşturmuş olmallıdır. Köçekçe suiti gibi bir efsaneden bahsetmeden Türk klasik müziğinden sözedemeyiz. Yine AAS nin piyano ve keman sonatlarını bir efsane olarak görüyorum.

İşte yine böyle bir günde, neden ben de yapamayım ki diye bir piyano aldım akustik problemi bol olan boş odama.

Önceden boş bir odam olduğunda şarap yapmak vs. gelirdi aklıma. Şimdi piyano almak, botanik bahçesi yapak geliyor.. Yaşlandım sanırm.

Belirtmekte fayda var, yatak odamı karanlık odam olarak kullanıyorum, sonuçta fotoğraf bloğuydu dimi bu?? saygı lütfen.



Monday, April 14, 2014

kar kesti yolu

Havada güneş var diye ümitlenme. Tüm karamsarlıklar yan kapıda, seni bekliyor.

kar kesti yolu
sen yoktun
oturdum karşına dizüstü
seyrettim yüzünü
gözlerim kapalı

gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor
sen yoktun
karşında duvara dayanmıştım
konuştum konuştum konuştum
ağzımı açmadım

sen yoktun
ellerimle dokundum sana
ellerim yüzümdeydi.

Nazım

Friday, April 11, 2014

Kırık bir saksıda yaşamaya çalışan frezya çiçeği

Bir saksıda duruyordu, tek başına, etrafındaki yabani otlara rağmen nefes almaya çalışıyordu. Hassastı, soğuğa sıcağa kuraklığa aşırı sulamaya gelmezdi.Çok güzel olmasına rağmen ona duyulan öfkeden saksısı çatlamıştı.

Dokunma, dokundukça bozacaksın. Bu doğanın bir düzeni var ve Sen ya bu düzenin içinde olacaksın, ya da olmayacaksan da buralardayken uyacaksın. Farkındalık sana sadece biraz daha acı verecek.

Bir düzeni var her ruh halinin. Ve sen en baştan beri yanlış yaptın. Buralarda sana nefes yok, en ufak bir gülümseme yok, istenmiyorsun artık. Kök salma, çek git. Git ki kendine ve rahatsızlık verdiklerine huzur gelsin. 

Krizantemleri kıskanmıştı. Hiç gelmemeliydi buralara. Bir soğan olarak kalmalıydı. hiç toprağa dokunmamalıydı bir şubat akşamı, Beşiktaş'ta.

Güzel frezya çiçeği her şeyden uzak, ama her şeyin dibinde, mutsuzdu.
--