Tuesday, July 2, 2013

дом №: 7

Griboyedova kanalı üzerindeydi. Yürümekten yorulduğumuz bir günün akşamında (akşam sadece saat üzerindeydi Petersburg'ta) yeniden diriliş kilisesini arkamıza alıp otelimize dönerken gördüm orayı.

Yeşil tabelası güzeldi. Haftalık programına baktım Dom 7'nin (Home 7 anlamında), daha sonra programın haftalık değil aylık olduğunu farkettim. Küçük jazz mekanı nasıl aylık plan yapabilirdi ki? Ekipler beklediğim gibi Vasiliy'in kuarteti, İvanov ve arkadaşları, jam sessionlar vs. "yarın gelelim" dedik.

Yarın oldu, Hermitage müzesinin önünde güneşin batmasını bekledik güzel bir fotoğraf için, önce batmadı. battığında ise geç oldu. Yine de gittik ancak toparlanmışlardı. başka bir yarın için rezervasyon yaptık.

Yine yarın olmuştu, akşam saati geldiğinde oradaydık. Gruptan önce çıktık ön masamızdaki yerimize.

Beni bilenlerin bazıları İstanbulda da böyle yerleri sevdiğimi bilir. Hatta birinin müdavimi olduğumu söyleyenler dahi var. Dom 7 de böyle bir yerdi. Bir iki seviye daha profesyonel gibiydi, ama fiyatları ucuzdu, jazz batının arabeskiydi, bunu anlamadı jazz'ı malt viski ile dinlemek zorunda hisseden ama jazz'ı bir türlü hissedemeyen bazılarımız. Ve Petersburg ilginç bir şekilde jazz merkezlerinden biriydi. Bir kaç ay öncesinde TRT Radyo-3 de duyduğumda ben de şaşırmıştım.

Tromboncu S. Dolzhenkov'un kuarteti vardı. 20. yy jazzı yaptılar. Tatlıydı, sakindi, cuma akşamında ısmarladığım Güney Afrika Rhino kırmızı şarabının etkisiyle bir anda ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Bir haftadır Rusyada idim, onca yorgunluktan sonra kendimi bu kadar hafif hissedeceğim aklıma gelmezdi.

Baterist yeni bir zil taktı, Ziljian markaydı, İstanbul burada yine peşimi bırakmıyordu. Ben ondan ve ondakilerden biraz olsun uzaklaşmak istemiştim. Bateri tısları yerine piyanoya odaklandım.

Hayatım büyük tekrarlardan mı oluşuyordu diye endişelendiğim bu günlerde aklıma gelen onlarca şey enstrümanların sesleri arasında sıkışıyordu ve müziği onlarla sindiriyordum. Bir yıl önceydi, iş çıkışı kaçmıştım bir arka sokak mekanına, içerde tek başınaydım, başgitarist, o an büyük talihsizlik olarak gördüğüm gri tişörtü terden renk değiştirmiş bir şekilde gitarla sohbet ederken ve ben saymayı unuttuğum içkimi içerken de aynıydım. Orada sadece benim alkışlarım ve o alkışların akustiği iyi olmaan mekandaki ufak yankıları vardı.

Şimdi de öyleydi, tek ortak yönümüz aynı yaşam alanında bulunmak olan insanları saymazsak.

Arka penceredeki ışığa dikkat, saat 23:00




No comments:

Post a Comment