Saturday, December 28, 2013

Zor

Günlerdir buradayım.

Güneş saat on gibi doğuyor tam olarak. Eteklerinde durduğumuz doğudaki dağ engel oluyor bir ampul gibi yükselmesine güneşin. tüm kasaba geniş bir gölgenin altında kalıyoruz.

Günler oldu seni görmeyeli. Telefon hatları duygularımı taşımakta zorlanıyor. Mektup gönderecek olsam kağıtlar buruşur nemli posta kamyonlarında, özen göstermediğimi zannedersin, kızarsın. Özenle sakladığım dolaba koyuyorum, sana yazdığım ama sana gönderemediğim bu mektupları.

Bu sabah aşağıda, kasabanın ötesinde uzanan şehre baktım. Sen de böyle bir yerdeydin Anadolu'da. Sabahları serin olurdu Anadolu şehirleri, sen üşürdün, zorla kalkardın yatağından. Kahvaltı hazırlayanın yoksa bir kahve ve bir parça poğaça giderdi boğazından en fazla.

Kaç gün daha burada kalacağım bilmiyorum. Senin kaç gün sonra İstanbul'a döneceğini bilmiyorum. Evimizin yalnızlığı ve soğukluğu nasıl derinleşmiştir şimdi, kim bilir. Toz birikmiştir sevdiğin çiçeklerimizin üzerinde, temizlikle uğraşacaksın günlerce, yapacak başka bir işin yokmuşçasına.

Zor. Seninleyken sensizlik zor. Özlemek zor. Adını mısralarda anmak zor. Sakince denize bakıp, martıların denizin üzerinde gezinmesini seyrederken vapurun yüksek sesi ile irkilip, belki üşüdüğündendir, bana sarılışını hatırlamak ve güneşi az bu şehirde sensizliğin ne kadar soğuk olduğunu anlamak çok zor.

Monday, December 23, 2013

Kar

İstanbul'a bir kez kar yağmıştı,
Boğazda buz kütleleri görmüştük.
Yıllar önce.

Kar güzel bir şeydi,
Nadiren olurdu, severdik.
Gideceğini bilirdik,
İstanbul'da

Ama burada öyle değil,
Burada yaz nadiren gelir, 
Ve tüm yaz karların erimesi ile geçerken,
Biz hala konserve yeriz,
Önceki sonbahardan kalan.

Ve sadece tek bir istasyon var yakında,
Benzinine alkol karıştırdığımız,
İçine sıkışarak oturduğumuz
Minibüslerle gidebildiğimiz.

İşte bu istasyonda bekliyorum seni,
Keçi postundan bir çift eldiven,
Fazladan, senin için,
Belki gelirsin kuzeye doğru, Çelyabinsk'ten,

Saturday, December 21, 2013

Sirkeci

"O inanmasa da ben çoktan farklı bir boyuta geçtim bu ilişkide."

Deniz kışın soluk mavisinde,
Üşüyen simitçinin simit satmak için hiç bir hevesi yokken,
Sabah, erkenden,
Biz geldik sana.

Şimdi o elinde benim hazırladığım fotoğraf makinesi,
Kafasında bir iki ayardan ibaret olsa da karmaşık denklemler,
Gözleri porselen beyazında iki siyah nokta,
Kalın çerçevelerin arkasından vizöre bakar,
Ben saçları arasından sokularak aynı yere bakmaya çalışırım,
Kokusu aynı, tatlı ve sıcak.

Rüzgar eser, deniz köpürür,
Motor kalkar limandan, deniz köpürür,
Oltalar atılır kefale, deniz köpürür,
Saçların arasında biz bakarız.

Çeker fotoğrafını, mutlu olur.
Düğmeleri tekrar çevirir, mutlu olur.
Ben öperim yanağından, mutlu olur.
Sirkecide, deniz soğuk maviyken.

Siyah saçlar, boyu gibi uzun,
Beni kapsar, gözlerim kararır.
Benim aklım farklı yerlerde,
Onun kokusu da olsa,
Benim aklım her yerde.

Sonra fotoğraflar çekilecek,
Yıkanacak karanlıklarla dolu odamda,
Ve geçmiş yeniden yaratılacak,
O geçmiş ki onun kurtulmadığı,
Mutlu olamadığı,
Ve o geçmiş ki,
Benim hiç yaşayamadığım.

Gelecek, geçmişten sonra gelecek,
Ve biz hiç bir zaman geleceği fotoğrafını çekemeyeceğiz.

21.12.2013

Thursday, December 19, 2013

Doğum günü

İki sene oldu ve ona karşı ne hissetiğime emin olamadım. Hiç birşey idi belki. Onu bir "simge"den fazla görmeye ne cesaretim ne de enerjim vardı. Yoksa bir sabah kapısına dikilirdim, belki?

Sonra iki yıl geçmişti tam. ona ilk çikolata sepetini yapalı. Şimdi yine doğum günüydü ve ben onun masasının üzerinde çikolatayı yalnız bırakmayacak, ucuz da olsa bir şampanya koymak zorundaydım,
basit bir mesajla beraber.

Bir tutam sevgi çiçeksiz de paylaşılır.
Sevgi ne çiçeğe,
ne şampanyaya
ne de kelimelere ihtiyaç duyar.
Bazen tek bir bakışma yeterli,
yıllardan sonra,
aynı gözlerle,
yaşlansalar bile

Onun beni anlamasını beklemezdim, ben kendimi anlamazken.


Seul'de kış

Hava durumunu sordum,
soğukmuş, kaç derece olduğunu söyledi.
Ama daha da soğukmuş, nem fazlaymış.
Çin-Japon gerginliği ısıtmamış suları,
muson yağmurlarından sonra,
sadece bir kaç ay gökyüzü görmüş,
sonra kar, hemen.

Bir de memleketini özlemiş.
Anlatıyordu, bir Türk restoranı bulmuş,
deliler gibi içli köfte yemiş.
"Domuz etindendir" dedim,
"yok be, bildiğin dana"ymış.
Çiğköfte bile varmış
ama öyle karışık şeyleri yemezmiş orada,
soya yağı vardır diye.

Kilo da almamış,
hala aynı pantolonları giyiyormuş.
Dans dersleri bitmiş, yüzmeye başlamış.
Hayat güzelmiş Seul'de,
kıştan başka.

Özlemiş.
Sesi titredi,
"güle güle" derken.

Sunday, December 15, 2013

1778 no'lu tren

Tam sekiz yıl geçmişti.
Aynı raylarda seninleyken,
Umuda doğru yola çıkmıştık.

Sekiz yıl önce raylar sıcaktı,
dağlar yeşil, meralar kalabalıktı.
Gözünde ışık vardı.

Soğuk dışarısı, raylar aynı.
Sana geliyorum, aynı trenle.
Kazan'dan.

Sana geliyorum,
Dünyanın en soğuk yerine,
Isınmaya.

Saturday, December 14, 2013

Cumartesi

Karaköy rıhtımında kendimi Neva nehrinin kıyısında gibi hissettim. Aynı kalabalık, daha fazla balık kokusu.

Kafamı boşalttım akıntıya.
Biliyorum ki Marmara'ya karışacak tüm kaygılarım, oradan da nereye giderse gitsin.
Bu kadar kolay olacak işte.

Belki adalara giderler.
Kınalı'yı pas geçip doğrudan Burgaz'a uğrar tüm tasalarım.
Rıhtıma vururlar tüm şiddetiyle.

Sonra biraz yokuş çıkarlar belki dalgalardan kurtulup rüzgarla,
Sait'in evine giderler, tahta kapının altından üstünden içeri sızarlar palmiyelerin esintisiyle.
Bir sarı yaprakta kelime olurlar, 60 yıldır kuru kuru bekleyen yaprakta.

Böylelikle yine bana dönmüş olurlar

Monday, December 9, 2013

Ne?

Bulutlar yolun üzerindeki sislerle birleşip güneşe kadar uzanıyordu.

Bulutun içinden geçiyorduk bu virajlı yollarda. Kısacık bir tatilimiz vardı, ve birbirimize hala yabancıyken, birbirimizden başkasının olmayacağı kulübeye ilerliyorduk Şile'de.

Yorgundun, üç ameliyat ve sayısız hastaya baktıktan sonra beş dakikada aldığın duşla çıkmıştık, İstanbul trafiğine takılmamak için. gözlerin uykuya bakıyordu, ben bazen yola, bazen sana.

"Ne var bende?" dedin, koltukta rahat bir şekilde duramıyordun bir türlü. Bir ağrı hissediyordun belki. Ben gülümsedim. Sıcaktın ve eline dokunuyordum her vites geçişinde.

Ben Seni bundan bir sene önce gördüm ilk. Bir insanın girebileceği en gergin halde, büyük ümitlerle geldiğin ve başarısızlıktan korktuğun, bu sebeple tek kelimeyi dahi büyük bir zorlamayla söylediğin gün sen benim dikkatimi çekmiştin.

Sonra gerginliğin geçmişti, başarınca, ve sen dünyanın en neşeli insanlarından biri olmuştun. Çektiğin ilk dikkatimin üzerine sıcak bir simit ve daha sıcak bir çay gibi güzel gelmişti senin bu halin.

Ve zaman geçmişti, ben yıllardır oturduğum tahta sandalyelerde sahnedeki ekibi dinlerken, bir elimde ucuz bira dolu bardağı sıkıca tutuyor, diğer elimde senin yazılarını okuyordum. Ve cümlelerini okurken sanki kulağıma fısıldıyordun bu hikayelerini. Yanımdaydın güzel ses tonuyla, daha yavaş konuşuyordun (evet, normalde çok hızlısın). Bir şey vardı sende ve işte o şey orada, o kelimeler arasından gözlerimle geçiyordu kalbime, tıpkı bir gün önce senin mavi elbisenin yaptığı şeye benziyordu.

Bütün bunları mı anlatacaktım şimdi sana? Denize yaklaştık, sis hala önümüzde ve sonsuzluktaydı. Sen virajlı ve bozuk yollara rağmen gözlerini kapatmıştın. Ben kaloriferin derecesini birazcık daha arttırdım.


Monday, December 2, 2013

Strange Man

"Ne yapıyorsun?" dedi.
Marketteydik, Türkiye'nin karpuzunu sevdiğini söyledi kasadayken.

Ben saçlarını inceliyordum.