Thursday, October 17, 2013

Gece

-Yalnız mısın?
-Etrafta çok insan var, kalabalık.. Ama evet, yalnızım.
-Geliyorum?
-Gel..

dedi ve yola çıktım geceye kavuşmak için.

Şehir gece olduğunda farklılaşıyor. Evlerin ışıkları birer birer sönerken ertesi güne umutlanan küçük çocuklar, umudunu kaybeden yaşlılar gözlerini kapatıyor. Ben ise yeni çıkıyorum dışarı.



Bazı sokakları hiç uyumaz. Bazen semt olur uyumayan sokaklar. Karaköy olur, üç beş balıkçı yaşatır koca semti. Bazen Aksaray olur sarhoş ve aç insanlar buluşur sabah ezanına kadar işkembe çorbası içerler. Sokakların rengi taksi sarısı olur, yorgun ve zehirlenmiş vücutları taşıyan taksilerle dolup taşar Boğaz köprüsü.


Düzenli yaşamın ışıkların gece yarısından önce sönmesi olduğunu öğretmeye çalıştılar bana yatılı okulda. Ama ışığa bağımlı değildik ve devam ettik tüm hikayeleri anlatmaya.

Bu şehrin dili yok. Dili olmadığı için de onu sahiplenen herkes bir anlam yüklemeye çalışıyor. Duydukları ezan sesini şehrin sesi zannedip on binlerce yıllık şehrin tarihini bindörtyüzelliüç'te başlıyor zannediyorlar. Şehrin dili yok ve susuyor tüm mahalleleri Anadolu'dan ve Avrupa'dan. Susuyor doğudaki mahallede beşinci kat yirmiüçüncü numaralı dairenin kapısı, konuşamıyor, bahsedemiyor beni nasıl özlediğinden, oysa ben o kapıya hiç sert vurmadım.


Gece olunca kirli ve pis sokakları biraz gizleniyor, belki bunu seviyorum bu şehrin akşamında. Yorgun düşüyorum ve onca "hayır, gitmeyeceğim" sözüme rağmen kendimi buluyorum yirmi üç nolu dairenin önünde.







No comments:

Post a Comment